30 Aralık 2020 Çarşamba

AYVALIK

John Berger "Buluştuğumuz Yer Burası" adlı kitabında; Lizbon, Cenevre, Krakow ve Madrid gibi dünya kentlerinden söz eder. Abidin Parıltı kitapla ilgili yazısında şöyle demiş: "Berger'den bir kere daha anlıyoruz ki kentler anıların, arzuların, tatların, bir dilin ve yaşantının bütün işaretlerinin bir araya geldiği yerlerdir. Anlıyoruz ki kentler sadece ekonomik ve ticari olanın takas yeri değildir. Onlar arzuların, anıların ve bilumum insani değerlerin de takas yerleridir. Aynı zamanda geçmiş, bugün ve geleceğin de takas edildiği, iç içe geçtiği yerlerdir."

Bence Berger Ayvalık'ı görmüş olsaydı, bu kitabında zeytin ağaçlarının gölgesindeki bu kente de yer verirdi. Çünkü Ayvalık, Parıltı'nın belirttiği tüm özellikleri barındıran bir kent.

İlk defa 1987 yılında tanıştığım ve son olarak 2008'de gittiğim Ayvalık'a,
12 yıl aradan sonra tekrar kavuşmanın mutluğu.

Kitapları ile Ayvalık'ın yaşanmışlıklarını kayıt altına alan ve kent kimliğinin oluşmasına katkı sunan Ahmet Yorulmaz'ın "Ayvalık'tan Cunda'dan" adlı kitabının arka kapağında şöyle yazıyor:
"İnsanlar ikiye ayrılabilir.
Ayvalık'ı görüp ona bağlananlar, ondan vazgeçemeyenler...
Bir de henüz Ayvalık'ı görmemiş olan ama yolu bir gün mutlaka Ayvalık'a düşecek olanlar..."

Ben ilk gruba giriyorum; Ayvalık'ı gördüm, ona bağlandım ve aradan yıllar geçmiş olsa da ondan asla vazgeçemedim.

Bu yazıda size, 13-18 Ekim 2020 tarihlerinde güzel kızımla yaşadığım Ayvalık günlerini anlatacağım. Bu, blogumda Türkiye'den ilk gezi yazısı olacak ve bir kişisel kayıt olarak burada duracak. 


GENEL BİLGİLER

Ayvalık hakkında internette farklı kaynaklar var. Ahmet Yorulmaz tarafından hazırlanmış olan iki kitap bence  Ayvalık ile ilgili en değerli kaynaklar. Ayvalık'ın tarihini çok iyi derleyip toparlayan ve kent hafızasına büyük katkı yapmış olan Ahmet Yorulmaz'ı saygı ile anıyorum. Kitaplarından birinden yukarıdaki giriş bölümünde söz etmiştim. Diğer kitabının adı ise Ayvalık'ı Gezerken. Bende 2007 yılı baskısı olan kitabın, günümüzde baskısı ve satışı yok sanırım, sahaflarda bulabilirsiniz. 

Ayvalık; coğrafi alanının çoğu Marmara Bölgesi'nde olan, Balıkesir'in Ege Bölgesi sınırlarında kalan ilçesi. Ege Denizi kıyısındaki Ayvalık, ülkemizin önemli turizm merkezlerinden biri. 

Tarihte çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış olan Ayvalık'ın genel görünüm haritası (solda),
Pîrî Reis tarafından 500 yıl önce hazırlanan Kitâb-ı Bahriye adlı kitapta yer alan harita (sağda).


Ayvalık'ın adı ile ilgili farklı tezler var. Türkçede ayva meyvesi yetişen yer anlamındaki ayvalık, Yunancadaki kidonia sözcüğü ile örtüşüyor. Bölgeye ilk yerleşenlerin, Midilli Adası'nın Kydona köyünden ya da Girit Adası'nın Kydonies bölgesinden gelmiş olabilecekleri ve adının kaynağının da bu isimler olduğu tezlerden biri. Sadece Ayvalık adının kaynağı ayrı bir yazı konusu olur, geçiyorum.

Ayvalık'ın tarihine de girmeyeceğim, aksi halde çıkış yolu bulamam! Bahsettiğim kitaplarda uzun uzun anlatılmış, merak edenler alıp okuyabilir. 

Ben size, yolculuk günlerini saymazsam, dört günde Ayvalık'ta gezerken gördüklerimi anlatacağım. Biraz da Ayvalık'a özgü bazı tatlardan ve anılarımdan söz edeceğim.


AYVALIK SOKAKLARINDAN

Önce kıyıda biraz yürüyelim, meydana uğrayalım, enerjimiz azalınca lor tatlısı molası verelim. Sonra da ara sokaklarda kaybolalım.

Sefa Çamlık bölgesinden bakınca tam karşıdaki tepede Ali Çetinkaya İlk Kurşun Rehabilitasyon Merkezi görünüyor (sol üstte), Ayvalık marinası ve arka planda Atatürk Bulvarı (sağ üstte),
Atatürk Bulvarı'nın kıyıdaki kaldırımında yürümek çok keyiflidir (sol altta)
ve yıllardır yerini koruyan çay bahçesi (sağ altta).

Atatürk Bulvarı'ndaki yürüyüşten birkaç fotoğraf.
Cunda'ya deniz yolu ile gitmek isterseniz motorlar buradan (ortadaki fotoğraf) hareket ediyor!


Ayvalık'ın merkezi Cumhuriyet Meydanı ve meydandaki Atatürk anıtı.

Hacettepe Üniversitesi Kimya Bölümü'nü kazanmış bir gençtim. İngilizce hazırlık sınıfının bittiği yılın yazında (1987, 19 yaşındaydım) Ayvalık'a ilk defa gittim. Sonraki yıllarda defalarca gittim. Bu gidişler genellikle yaz aylarında oldu. Bu defa bir ilki yaşadım ve sonbaharda, ekim ayında gittim bu güzel sahil kentine. Sayılı günlerde şunu yaşayarak anladım; Ayvalık'a gitmenin mevsimi yok!

Ayvalık'a ilk gittiğimde lezzet keşiflerimden biri Güler Tatlıhanesi olmuştu. Damla sakızlı ve zeytinyağlı kurabiyesi meşhur, adı Ayvalık ile özdeşlemiş olan lor tatlısı da. Bu gidişimde de, ne zaman Ayvalık sokaklarında yürüyüş yapsam, rotama mutlaka bir şekilde burayı ekledim ve lezzet molası verdim.

Ayvalık'ın lezzet duraklarından biri olan Güler Tatlıhanesi 1942'den beri hizmet veriyor.


Her biri ayrı güzel; lor tatlısı, peynir tatlısı ve tel kadayıf.

Ayvalık'taki sonbahar günlerimde ilk ziyaret ettiğim tarihi yapı Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması oldu. Sözcük olarak ayazma farklı anlamlara sahip. Soğuk su kaynağı (su pınarı) anlamında da kullanılıyor, çardak ve serinlenilen yer anlamında da. Anadolu'daki ayazma adı verilen yerler, yaygın olarak soğuk/serin yer olarak bilinmektedir. Ayvalık'taki ayazma ise Ortadoks Hristiyanlarca kutsal sayılan su kaynaklarından biri.

Başında Ayvalık Atatürk Anadolu Lisesi'nin olduğu Barbaros Caddesi'nde
kısa bir yürüyüş ile Ayvalık Ayazması'na ulaşabilirsiniz.


Ayazmanın bahçesindeki çeşmede Türkçe, İngilizce ve Yunanca yazılı olan cümle etkileyici:
Sadece yüzünü değil, günahlarını da yıka.

Ayvalık'ın tarihi sokaklarından birinde yer alan ve Faneromeni Kilisesi olarak da bilinen yapının alınlık kısmında 1890 yazıyor. Bazı kaynaklarda yapının ilk olarak kilise olarak yapıldığı yazıyor. Ben, harabeye dönmüş bu tarihi yapıyı Ayvalık'a kazandıran projede kullanılan adı dikkate alıyorum ve kısaca Ayvalık Ayazması diyorum.

Tarihin parçalarını yok olmaktan kurtaran ve onları kentlere kazandıranlara minnet duyuyorum.


İlber Ortaylı bir yazısında bu yapı ile ilgili şunları yazmış: 
Bir müddet evvel 1850’lerde zamanın Rum sakinleri tarafından bulunan ve 1890’da bugünkü neoklasik görünümüyle inşa edilen Panayia Faneromani, Meryem Ana’nın adını taşıyan, yeniden doğuşu temsil eden ve buradaki şifalı suya izafeten bölgede o zaman hem Hıristiyanların hem de Müslümanların ziyaret ettikleri, hastalıklara ve sıkıntılara karşı şifa atfettikleri bir merkezidir. 1850’lerde bir Rus kızının gördüğü rüya üzerine keşfedilip yapılan bu binanın 1867’den beri yapılan bir havuzla biriken suyun kullanıldığı biliniyor.

Balıkesir Müzesi’nin 2011 yılında, Prof. Dr. Ömer Özyiğit danışmanlığında ayazmada yaptığı kazılar sonucunda, 1867 ve 1890 ayazmalarının havuzları bulunmuş. Prof. Dr. Ömer Özyiğit ve ekibi, yapının rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırlamışlar. Proje, Bursa Anıtlar Kurulu’nca bir yıl sonra 2012’de onaylanmış. Restorasyon için gerekli maddi destek Ayvalık Belediyesi'nin önderliğinde 2016'da başlatılmış. İki Ayvalıklı kuzen olan Muhtar Kent ve Şerif Kaynar'ın önderliğinde ve Ayvalık'a inanmış kişilerin destekleriyle proje finanse edilmiş ve Ayvalık Ayazması 2018 yılında törenle ziyarete açılmış.

Ayvalık Ayazması (pazartesi hariç) her gün 10-17 arası ücretsiz gezilebilir.


Ayvalık Ayazması'ndan çıktıktan sonra sokaklarda gezmek, arada bir yerde oturup soluklanmak müthiş keyifliydi.


Ayvalık Turizm Danışma Bürosu'na uğramayı, broşür ve harita almayı unutmayın!


Adım adım Ayvalık sokakları...


Ayvalık, yeşil ve mavinin buluşma noktalarından biri.


Ayvalık Belediyesi'nin tarihi binası, Şeytan Sofrası dolmuş durağı ve eski zeytinyağı
fabrikalarından birinin bacası. Ayvalık'ta bunun gibi birkaç tane eski zeytinyağı fabrika bacası var.
Ben bunları kent anıtı olarak niteliyorum.


Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu'da, düzenli bir ordu tarafından ilk kurşun 29 Mayıs 1919 tarihinde Ayvalık'ta atılmış. Kentte, Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki 172. Alay tarafından Ayvalık'ı işgal etmiş olan Yunan askerlerine atılan ilk kurşunun anısına bir anıt var. Günümüzde, Ayvalık'ta Yunan işgaline karşı ilk kurşunun atıldığı yer olarak kabul edilen tepede, Ali Çetinkaya'nın adını taşıyan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait Rehabilitasyon Merkezi yer alıyor (yazının giriş kısmındaki fotoğrafta söz etmiştim).


İlk Kurşun Şehitleri Anıtı.

Ayvalık'ın o güzelim sokaklarında yürümeye devam ediyorum. Bir kadın, sürüklediği pazar arabasından market poşeti çıkarıyor ve kapısını çaldığı yaşlılara veriyor. Poşeti hayır duası ile alan biri sorunca, dağıtımı yapan kadın açıklıyor; "Hayriye Hanım parasını verdi, birer poşet yap marketten, bildiğin ihtiyacı olanlara dağıt" dedi. Böyle bir âna tanıklık etmenin yaşattığı duyguyu anlatamam.


Ayvalık sokakları sürprizlerle dolu. Bu bazen bir şiir, bazen de nereden karşınıza çıkacağı belli
olmayan kediler oluyor. Sakin bir sokakta yürürken, aralık duran bir pencereden gelen
radyo sesi ise ayrı bir keyif katıyor yaşadığım zamana.


Ayvalık sokaklarında sadece kediler değil, köpekler de huzur içinde yaşıyor.


Eski bir Ortodoks Hristiyan kilisesinden dönüştürülmüş olan Saatli Cami.
Adını eski çan kulesindeki saatten alıyor.


Ayvalık'ta iki tane Taksiyarhis adında kilise var. Biri Ayvalık merkezinde, diğeri Cunda'da. Taksiyarhis "baş melek" anlamına geldiğinden yaygın şekilde kilise adı olarak seçilirmiş. Ayvalık şehir merkezinde, günümüzde Taksiyarhis Anıt Müzesi adı ile hizmet veren yapı kentin ilk kilisesi olarak biliniyor.


 Ayvalık Taksiyarhis Anıt Müzesi'nin dış mimarisi oldukça sade bir görümüne sahip.
Yapı çevresini saran sütunlar ilk görüşte dikkat çekiyor.


İçeriye girmeden önce yapının çevresinde bir tur atın. Yapının arkasına doğru yürürken, müzedeki görevli size "giriş o tarafta değil, önde" diye seslenirse, durmayın, keşfe devam edin!

Günümüzde müze olan kilisenin iç kısmı, dışındaki sadelikle tezat oluşturacak şekilde etkileyici. Tavan ve duvarlar freskler, oyma ve süslemelerle dolu. Altın rengi oymalarla kaplı sütunların desteklediği iç kısım İsa, Aziz Pavlus ve Petrus'un göz alıcı freskleriyle tamamlanmış.

Bizim coğrafyada hep böyle oluyor; tarihi eserler, yapılar önce harabe haline gelene kadar vandallar tarafından tahrip ediliyor. İlgili kurumlar da bunu yıllarca seyrediyor. Neyse ki bir zaman sonra, birilerinin aklı ve vicdanı artık buna tahammül edemiyor ve yapı/eser uzun ve pahalı bir süreçten sonra yaşama döndürülüyor. Ayvalık Taksiyarhis Anıt Müzesi bu süreci yaşamış yapılardan sadece biri.



Yaşadığı süreç nedeniyle yapının içi orijinal durumunu koruyamamış.
Yine de bu hali ile bile kesinlikle görülmeye değer.


Ayvalık Taksiyarhis Anıt Müzesi konum bilgisi şurada!


Ayvalık Taksiyarhis Anıt Müzesi pazartesi dışında her gün açık, giriş ücreti 10 TL.


AYVALIK EVLERİ ve KAPILARI

Bu bölümü yazarken Ahmet Yorulmaz'ın Ayvalık'ı Gezerken (7. Baskı, Temmuz 2004) adlı kitabından yararlandım. Kendisini bir defa daha saygı ile anıyorum. Gömeç'in havasını soluyan ruhu huzur içinde uyusun.

Kayıtlara göre en eskisinin 178 yaşında olduğu, onlarca yıllık geçmişiyle Ayvalık evleri,
Anıtlar Kurulu tarafından koruma altına alınmış. Büyük bölümü tescillenmiş olan
neoklasik yapılar, pembe renkli sarımsak taşı ve ahşabın uyum içinde olduğu kent anıtlarıdır.


Ayvalık ve Cunda'daki yüksek tavanlı evlerin, kahvehanelerin, zeytinyağı fabrikalarının, dükkânların, sabunhanelerin ve depoların belirgin ve ortak özelliği, eski Antik Roma ve Helenistik yapı izlerini taşıyan neoklasik mimari tarzda olmalarıdır. 

Ege kokusunun hissedildiği, detayların incelikle yapıya işlendiği
Ayvalık neoklasik mimarisinin kaynağı hakkında kesin bilgi yok.


Ayvalık evlerinde kullanılmış olan ana inşa malzemeleri ve tekniği, ahşap arası kerpiç dolgu ve taştır. Üst katların tamamına yakının bu teknikte yapıldığı evlerde, zemin katlarda yer yer taş malzeme kullanıldığı da görülür. Yanardağ faaliyetleri sonucunda 15 milyon yıllık bir süreçte oluşan volkanik taş türü olan sarımsak taşı yörenin tarihsel ve en belirgin yapı malzemesidir. Açık pembe renkli ve işlemesi kolay olan sarımsak taşı, işlendikten sonra zamanla sertleşir. Çevrelediği ortamı yazın serin, kışın sıcak tutması sebebiyle bölgedeki binaların yapımında tercih edilmiştir.

Tarihi Ayvalık evlerinin zenginliğini ve güzelliğini keşfetmek için
labirent benzeri dar Ayvalık sokaklarında keyifle kaybolmak yeterli.


Kapılar, kemerli görünümleri ve işçilikleriyle, basit ve sade yapılara ihtişam katıyor.


Her biri ayrı güzel olan Ayvalık kapıları.


Bir grup Fransız mimarlık öğrencisi 1994 yılında Ayvalık'ta çalışma yapmış. Bu çalışma kapsamında Ayvalık'taki tarihi yapılar kayıt altına alınmış. Çoğunluğu ev, dükkân ve kahvehane olan yapıların toplam sayısı 363 olarak belirlenmiş. Ekim 2020'de bu yapılardan bazılarının neredeyse tamamen yıkılmış durumda olduğunu gördüm. O zaman yapılan çalışmada listelenen yapılar zaman zaman güncelleniyor mu, bilmiyorum. Söz konusu çalışmada kayıt altına alınmış olan en eski yapı 1842 yılında yapılmış, 1914 yılında yapılmış olan üç tanesi ise en yenileri. Yıl başına yapı sayısında 20 ile 1910 yılı başta geliyor.


Ayvalık evlerinin kapılarında, yıllara göre farklılık gösteren dört çeşit kemer motifi kullanılmış. (Kaynak: Ayvalık'ı Gezerken, 7. Baskı, Temmuz 2004, Ahmet Yorulmaz / Dünya Kitapları)


Kapılarda kullanılmış olan kemer motiflerine örnekler.


Daha çok 1876-1902 yılları arasında tercih edilmiş kemer motifi örnekleri.


Kaderine terk edilmiş Ayvalık evleri insanı üzüyor.


Evlerin cumbaları ve pencere önlerindeki çıkmalar, kent içi sosyal ilişkinin kurulmasında etken olan Arnavut kaldırımlı dar sokakların görünümüne zenginlik katmaktadır. Daracık sokaklardaki farklı renklerdeki sarımsak taşından yapılmış evler, evlerin pencerelerinden uçuşan perdeler ve sokaklara yayılan sesler, mutfak pencerelerinde dizili zeytinyağı şişeleri, evlerin kapılarındaki kadın başını ve ellerini tasvir eden figürlü tokmaklar, alınlıklardaki işlemeler, demir ferforjeler, yapı taşıyıcı elemanlarındaki kadın figürleri Ayvalık evlerinin karakteristik özelliklerini oluşturmaktadır.


Hastası olduklarımdan; eski, yaşanmışlıkları olan kapı tokmakları, halkaları.


Koruma amacı ile boya yapılırken, metal parçaların dokusuna zarar verilmemeli.
Esasında eline fırça alan herkes bunu yapmamalı, yapamamalı!


Her birini uzun uzun seyrettiğim yaşanmışlıklar...


Cıvıl cıvıl renkler!


Sanki bir ressamın paleti!


Ayvalık'ta son olarak, özellikle gün batımını izlemek için gidilmesi gereken Şeytan Sofrası'na uğrayalım. Oradan Cunda'ya geçeriz. Ayvalık'taki yeme içme mekânlarına yazının sonunda yer vereceğim. 

Şeytan Sofrası Ayvalık merkezden yaklaşık 10 km uzaklıkta. Tostçular Çarşısı'nın hemen karşısından dolmuş kalkıyor. Özel aracı olanlar, Sefa Çamlık bölgesinde keyifli bir sürüşle 15 dakikada tepeye ulaşabilirler.

Şeytan Sofrası, Ayvalık.


Şeytan Sofrası adı verilen tepe tam bir ayaklı sini şeklinde. Lav kayalıklarının üzerinde bulunan bu alanda, görünümünden dolayı ve kayalardan birinde büyükçe bir ayak izi olduğundan, şeytanın sofra kurduğuna inanılmış. 

Son olarak 2008'de gittiğimde tamamen doğal bir alan olan Şeytan Sofrası, ülkemizin
her yerinde mantar gibi türeyen rant alanlarından biri yapılmış. Her yeri, bedava oturmanın
mümkün olmadığı kafelerle doldurmuşlar. İsteyen tabii ki buralarda yiyip içerek otursun ama,
neden insanların gün batımını izleyebilmesi için amfiteatr şeklinde bir oturma alanı yapılmaz!


Baba kız Ayvalık manzaralı fotoğrafımız olsun!


CUNDA (ALİBEY ADASI)

Ayvalık Adaları olarak bilinen toplam 22 adadan, yerleşime açık olan tek adanın adından söz ederek başlayayım. Yaygın olarak bilinen adı Cunda, sonradan (yazıda andığım) Ali Çetinkaya'dan dolayı Alibey denilmiş. Cunda adının Yunancadan geldiğini sanan hassas kişilerin tercihi Alibey oluyor! Oysa Cunda adının kökünün, Pîrî Reis'in Kitâb-ı Bahriye adlı kitabında kullandığı Yund Adaları isminden geldiği yaygın düşünce.

Kişisel tarihimin en güzel günlerinden birini,
17 Ekim 2020 Cumartesi günü güzel kızım ile Cunda'da yaşadım.

Cunda, Türkiye'nin Ege Denizi'nde bulunan 4. büyük adası (diğerleri büyüklük sırası ile; Gökçeada, Bozcaada ve Uzunada). Ada nüfusunun çoğunluğu Girit ve Midilli adalarından Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi zamanında göç eden Türkler'den oluşuyor. Bu nedenle adanın yaşlılarının çoğu Yunancayı (Türkiye'deki lehçesi olan Rumca) bilmektedir.

Ana kara ile Lale Adası arasındaki köprü karayolu ile Cunda'ya ulaşımı sağlıyor.

Eskiden tam bir ada olan Cunda, aracısı Lale (Dolap) Adası sayesinde yarımadaya dönüştürülmüş. Önce Lale Adası, denizin doldurulması ile oluşturulan bir yol ile ana karaya bağlanmış. Sonra da Lale ve Cunda adaları arasında (1964 yılında) bir köprü yapılarak işlem tamamlanmış. Lale Adası ile ana kara arasındaki dolgu yol ise yerini 2017'de hizmete giren köprüye bırakmış.

Ayvalık'tan Cunda'ya geçtiğimizde, adanın merkezine gitmeden önce ilk olarak Ortunç koyuna doğru gittik. Çam ağaçlarının arasındaki yol kıvrıla kıvrıla bizi maviliklere götürürken müthiş keyifli bir yolculuk yaşadık (video). Sözünü ettiğim yer Cunda'nın çam ormanları ile kaplı en yeşil bölgesi olan Ayvalık Adaları Tabiat Parkı

Ayvalık Adaları Tabiat Parkı'ndaki Kırmızıkuyu Caddesi üzerinde tesisler var.


Müthiş manzara için en iyi nokta burası! (video)

Bu noktaya gittiğimizde bizden başka kimse yoktu. Seyir terasında huzurlu anlar yaşadık ve nefis manzarayı dakikalarca seyrettik. Daha sonra adanın merkezine gittik ve Cunda sokaklarında yürüdük, her biri tablo gibi olan eski Cunda evlerini ve kapılarını gördük.

Cunda sokaklarından...
Duvardaki yazılarda rakının etkisi ile çok sayıda Türkçe hatası yapılmıştır! 😃


Ayvalık sokaklarında olduğu gibi Cunda'nın sokaklarında da çok sayıda kedi var.


Tiyatro sevdalısı kızımdan kısa bir oyun; hayret!


Cunda'daki eski evlerin yapısal özellikleri Ayvalık'takilerle benzerlik gösteriyor. İlk yerleşimin Ayvalık'tan önce Cunda'da olması nedeniyle buradaki evlerin yapım yılları daha eskiye dayanıyor.

Cunda kapıları...


Sarımsak taşının estetik ile buluşması.


Her köşebaşında ayrı bir detay, ayrı bir renk.


Renkler, tonlar, detaylar...


Hayat Caddesi 1. Geçidi'ni geçerken!


Kapı tokmakları ve tutamaçları Cunda kapılarına ayrı bir güzellik katıyor.


Yapılış yılı 1894 olan bu bina 2003'te restore edilmiş.


Metin Altıok Evde Yoklar adlı şiirinde şöyle der: Ne zaman bir dosta gitsem, evde yoklar.



Dilerim birisi bu güzel evin yok olmasına izin vermez!


Üzerinden geçmediğimiz köprüler ve yollar için cebimizden otomatik olarak alınan paraların aktarılması ile zenginleşen firmalar, ceplerine indirdiklerinin ne kadarını bu ülkeye faydalı işler için (karşılık beklemeden) geri veriyorlar acaba? Komik bir soru oldu değil mi; ne vermesi, üstüne bir de sürekli vergi indirimi alıyorlar, dediğinizi duyar gibi oldum!

Bu kan emicilerin yanı sıra, ülkesinden kazandığının bir kısmını, sanat, eğitim, doğa gibi farklı alanlarda yaptıkları ile geri verenler de var. Koç Holding bunlardan biri. Yönetim Kurulu Onursal Başkanı Rahmi M. Koç önderliğinde ülkemize, başta müze olmak üzere çok sayıda eser kazandırdılar. İstanbul ve Ankara'daki müzelerini gezmiştim, bu defa Cunda'dakini gezdim.


CUNDA RAHMİ M. KOÇ MÜZESİ

Ayvalık'ta Taksiyarhis adında iki kilise olduğunu yazmıştım ve ilkini yukarıda anlatmıştım. Sırada Cunda'da 1873 yılında inşa edilmiş ve adanın simgesi haline gelmiş olan Cunda Taksiyarhis Kilisesi var. Ayvalık'ta kaderine terk edilmiş olan tarihi yapılardan biri de burasıydı. 

Cunda Taksiyarhis Kilisesi'nin Temmuz 2005'deki halinden iki anı.


Bazilika tipinde, tek kubbeli ve dikdörtgen planında yapılmış olan kilise, neoklasik mimarinin güzel bir örneği. Yığma tekniği ile örülmüş duvarlarında, eski Ayvalık ve Cunda evlerinde olduğu gibi sarımsak taşı kullanılmış. Yapının içi aziz ikonaları, havari tasvirleri, bitki ve geometri motifleri ile süslenmiş. Böylesine güzel ve değerli bir yapı, kurumların ve ilgililerin gözleri önünde harabe haline gelene kadar yıllarca bir başına bırakılmış. Mayıs 2012'de Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı tarafından 49 yıllığına kiralanan harabe, müthiş bir restorasyon çalışması sonrasında 31 Mayıs 2014 tarihinde müze olarak hizmete açılmış ve ülkemize kazandırılmış. 

En son harabe halinde gördüğüm kiliseyi bu durumda görmek beni çok mutlu etti.


Müzenin girişinde yapının tarihi ve restorasyon çalışması hakkında bilgi var.


Rahmi Koç bir röportajda Cunda'daki müze ile ilgili şunları söylemiş: Burası tek başına oyuncak müzesi değil, çok taraflı bir müze. "Sanayi, transport müzesi" diyebilirsiniz. "Antika değeri olan bir müze" diyebilirsiniz. Dolayısıyla bizim gayemiz her gelen, küçük, büyük olsun ziyaretçinin alakasını çekebilmek. İnsanlar 5-6 dakika, yarım saat sonra bıkıyorlar. Onun için her attıkları adımda, her vitrinde değişik bir şey, enteresan objeler görürlerse daha fazla vakit geçiriyorlar. Tabii her müzenin de kendine göre küçük bir kafeteryası, bir hediyelik eşya kısmı olması lazım. O da müzenin diğer sosyal tarafları.


Cunda Taksiyarhis Rahmi M. Koç Müzesi; Taksiyarhis Kilisesi'nin geniş kapsamlı
ve titiz bir restorasyonu sonrası ülkemize kazandırılan dünya çapında bir müze olmuş.


Cunda Taksiyarhis Rahmi M. Koç Müzesi.


Zamanın, vandalların ve kurumların ilgisizliğine rağmen, kilisenin kendini kurtarabilmiş bölümleri orijinal hali ile korunmuş (sol baştaki fotoğrafta kubbe tavandaki bölüm gibi).


Her yaştan ziyaretçiye hitap eden ve geniş bir yelpazede eser çeşitliliğine sahip olan Cunda Taksiyarhis Rahmi M. Koç Müzesi, oyuncaklardan yaklaşık 120 yıllık faytona, eski dalgıç kıyafetlerinden 1910 model otomobile kadar bini aşkın parçadan oluşan eserle son 100 yıla tanıklık ediyor.

Rahmi M. Koç'un bu muhteşem müzeyi ziyareti ile ilgili kısa video şurada!


Cunda Rahmi M. Koç Müzesi
Konumu:  👉
İnternet Sitesi:  
Ziyaret Saatleri: 
1 Ekim - 31 Mart; 11-17 arası, 1 Nisan - 30 Eylül; 11-19 arası açık, pazartesi günleri kapalı.
Bilet ücreti: 10.-TL (2020 yılı fiyatı).


Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı bünyesindeki müzeyi,
her yıl 100 bini aşkın kişi ziyaret ediyor.


Eski fotoğraf makineleri, bisikletler ve cam bir yüzey ile kaplanmış kilisenin alt kısmı.


Eski bir hassas terazi ve ilaç yapımında kullanılan kimyasallar Kimyager Sümer'in ilgisini çekti.


Minyatürler.


Farklı malzemelerden yapılmış oyuncaklar.


Müzenin üst katında minyatürler, oyuncaklar ve gemi modelleri var. İnsan her gün bir şey öğreniyor, birini tanıyor. Kitaplar, filmler ve seyahatler bu öğrenme sürecinin en önemli kaynakları. Cunda Taksiyarhis Rahmi M. Koç Müzesi'ni gezmiş ve burada sergilenen birbirinden güzel gemi maketlerini görmemiş olsaydım, hâlâ Dr. Erol Gümüşyazıcı'yı tanımıyor olacaktım. Dr. Erol Gümüşyazıcı, benim 1968 yılında doğduğum Zonguldak'ta 1941 yılında doğmuş ve benim doğduğum yıl İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olmuş. 

Almanya'nın Herford kentinde ve Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde genel cerrahi ihtisasını tamamladıktan sonra Çukurca'ya (Hakkari) gönüllü olarak tayin istemiş. Bir yıllık gönüllü çalışmanın ardından Zonguldak'a dönerek mesleğine devam etmiş. Hekimliğin yanı sıra gemi modelciliği ile de yıllarca ilgilenmiş. Emekli olduktan sonra gemi modelleri ile daha çok zaman geçirmiş ve çok sayıda eser üretmiş. Yetmiş bir yaşındayken, 12 Temmuz 2019'da ölen Dr. Erol Gümüşyazıcı'nın geride bıraktığı gemi modellerinden bazıları, Rahmi M. Koç müzelerinde sergilenmek üzere ailesi tarafından bağışlamış.


Dr. Erol Gümüşyazıcı'yı tanıdığım için çok mutlu oldum.
Eserleri, hekimliği ve anısı önünde saygı ile eğiliyorum.


Cunda Taksiyarhis Rahmi M. Koç Müzesi.


Cunda Taksiyarhis Rahmi M. Koç Müzesi.


Cunda Taksiyarhis Rahmi M. Koç Müzesi.


SEVİM VE NECDET KENT KİTAPLIĞI

Müzeden çıktıktan sonra Cunda sokaklarında keyifli bir yürüyüş yaparak, yaklaşık 400 m uzaklıktaki Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı'na gittik. Cunda'ya hâkim bir tepede bulunan kitaplık, eskiden burada olan Agios Yannis Kilisesi'nin günümüze kadar ayakta kalabilmiş şapelinin restorasyonu ile oluşturulmuş.

Cunda Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı.


Şapelin batı tarafında olduğu bilinen ve büyük olasılıkla buradaki manastıra un sağlamakta kullanılan yel değirmeninin sadece temel taşları kalmış. Bu değirmen restorasyon sırasında aslına uygun olarak yapılmış. Şu an aşağıdan bakıldığında, şapel ve değirmen nefis taş dokusu ile çok güzel görünüyor. Buradaki manzara ise dakikalarca seyredilecek türden.


Şu an kitaplık olarak kullanılan Agios Yannis Kilisesi'nin şapelinden kalanlar.


Kitaplık bahçesinden Cunda ve adalar manzarası.


Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı bünyesinde faaliyet gösteren kitaplık 07 Ağustos 2007'de açılmış. İlerleyen yaşı nedeniyle göz sağlığı bozulan, "göremediğime değil, okuyamadığıma üzülüyorum" diyen eski büyükelçi Necdet Kent ve eşinin adının verildiği kitaplığa, babasından kalan 1300'ü aşkın kitap oğlu Necdet Kent tarafından bağışlanmış.


Panagia (Panaya) Kilisesi kalıntısı.

Kitaplıktan çıktıktan sonra, kitaplığa giderken dikkatimi çeken bir kalıntı yapıya doğru yürüdük. Gördüklerim beni üzdü. İlgisizliğe ve insan denen yaratığın insanlığa yaptıklarına isyan ettim. Kaderine terk edilmiş, her geçen an yok olan bir tarihi yapı oradaydı; Panagia (Panaya) Kilisesi. Kayıtlara göre yapım yılı 1850. Görünürde hâlâ görkemli üç duvarı ve apsisi kalmış, pencerelerin içinden bakıldığında çerçeve içinde kalan manzara güzel. 

Dilerim bu tarihi yapı da kurtarılır ve kente kazandırılır.


ANILAR...

Yazının bu bölümü kişisel.

Önce bir iki alıntı yapmalıyım.

"Kim bilir nice şiir, gerçek ya da düş ürünü nice öykü, sırf yazılmadıkları için toz olup gitmiştir böyle! Ne kalmış ki bize zaten geçmişten - atalarımızınkinden ya da tüm insanlığın geçmişinden? Tüm söylenenlerin, fısıldananların, kuşaktan kuşağa gizlice çekip çevrilenlerin ne kadarı ulaşmış bize? Neredeyse hiçbiri!
...
Ben yalnızca yazıya saygı duyarım. Ve başka ailelerin ateşe attığı, tavan arasında çürümeye bıraktığı ya da sadece yazmaya savsakladığı bu binlerce sayfayı atalarım yüz yılı aşkın bir süredir, yazıp bir araya getirdikleri ve sakladıkları için Tanrı'ya şükürler ediyorum."
Yolların Başlangıcı, Amin Maalouf, Yapı Kredi Yayınları.

"Hatıra bırakmadığınız yeri özlemezsiniz...
...
Ayvalık'ta güneş, her gece batmadan önce, sanki şeytan sofralarının kurulduğu bir hengâmeli gönül vaktinin lezzetini tattırır."
Sahilde Zaman Bitti, Yılmaz Karakoyunlu, Doğan Kitap.


Ben de yazmayı seçiyorum; anılarımdan parçaları, duygularımı.

Ayvalık benim için asla bir tatil beldesi olmadı. 
Yaşamımın geride kalanına kattığı farklı güzellikler ve anlamlarla o başka bir değer benim için. 

O kadar çok hatıra bırakmıştım ki Ayvalık'ta, türlü nedenle kavuşamadığım 2008-2020 yılları arasında her zaman özledim onu.

Haziran 2008'de Ayvalık için notlarıma şöyle yazmışım:
Sabah güneşinin aydınlattığı kayığın gövdesinde yazılı adı bile bir başka güzel olan Ayvalık’ın, bana geçmişi değil geleceği yaşattığını nasıl yapsam da anlatabilsem sana!
Haziran 2008, Ayvalık.


Kızımın çocukluğunun yazlarını Ayvalık'ta yaşadım.

Mutlu olsun, yaşamdan keyif alsın diye didindiğim annemin Ayvalık'ın soğuk denizindeki (oğlu ve torunları ile yaşadığı) sıcak anlarına tanıklık ettim.

Annem, kızım ve bizimle olduğunda yeğenim ile denize girmeye giderdik.
Hevesle hazırlardım tüm malzemeleri, sandviçleri, çayı.
Eve dönerken, arabaya ayaklarından deniz kumu dökülmesin diye çocukları arabanın yakınına kucağımda taşırdım. Sonra o küçük ayaklarını bagajda ılımış su ile yıkar, kurulardım.

Bir sabah, gün doğmadan önce yola koyulmuş ve Şeytan Sofrası'na çıkmıştık.
Gün batımını değil, bu defa yeni bir günün başlangıcını seyretmiştik.
O sabahın notunu da şöyle almışım:
Gün batımı ne denli hüzün bırakıyorsa ardında, gün doğumu o derece sevinç duygusu yaşatıyor ve güneş adeta yeni doğan bebeğin çığlıklarını atarak yükseliyor.                                      
Sana sadece dolunay ve gün batımı değil, gün doğumu da çok yakışıyormuş sevdam Ayvalık.

On iki yıl aradan sonra kızımla birlikte Ayvalık'a giderken, orada yaşayacağım duygulardan korkuyordum.

Bıraktığım anılar ne haldeydi?

Defalarca gittiğim, kaldığım, bir zamanlar cebimde anahtarı olan eve dışarıdan bakmak nasıl olacaktı?

Ayvalık yolculuğu öncesinde ve sırasında kızıma bunlardan söz etmedim.
Döndükten sonra onunla bu düşüncelerimi paylaştığımda, kendisinin de benzer duygular içinde o yolculuğa çıktığını anladım.

Tuzla sahilinde, 2008'in yazında son defa deniz keyfi yaptığımız yerde, on iki yıl aradan sonra Elif'in kıyıda yere çöküp öylece kaldığı ânı asla unutmayacağım.
Baba kız ikimiz yıllar sonra oradaydık.
Geçen yılları, çocukluğunu, babaannesini düşündüğünü hissediyordum.
Sessizce izledim onu.
Sonra şuna benzer sözler söyledim:
Burada ne çok anlarımız oldu, şimdi sadece ikimiz varız.
Yıllar sonra belki buraya yine geleceksin ve bu defa ben de olmayacağım.
Yaşamak, insan olmak böyle güzel kızım.

İşte böyle...
Şimdi "ah, zaman!" diyorum ve bu duyguları yansıtan fotoğraflara geçiyorum.


Temmuz 2005 - Ekim 2020, Tuzla sahili, Ayvalık, yıllardır tam şuradaydık!
Ahmet Telli'nin "Çocuksun Sen" adlı şiirinden: "Çocuksun sen ve bu Dünya sana göre değil."


Ömrümün kalanında Ayvalık ile aramda uzun aralar olmamasını diliyorum.


Tuzla sahilinden (Çanakkale - İzmir yolunda) devam ettik ve yukarıda sözünü ettiğim evin olduğu siteye gittik ve o günü orada tamamladık. 


On beş yıl aradan sonra aynı yerdeyiz. 


Temmuz 2005'te Ayvalık'ta okuduğum bir roman vardı; Belki Defne. Evin bahçesindeki hamakta kitap okumak çok keyifli olurdu. Bu kitabı okuduğum yerde bir defne ağacı vardı; bir yaprağını koparmış ve kitabın arasına koymuştum. Ekim 2020'de Ayvalık'a giderken arasındaki defne yaprağı ile kitabı yanıma aldım. Defne ağacı hâlâ yaşıyordu. Yine bir yaprak kopardım, on beş yıldır kitabın arasında duran yaprağın yanına koydum. Bir gün birisi kitaplığımdan bu kitabı alacak ve o iki defne yaprağı usulca yere düşecek. Nerede ve ne durumda olursam olayım, o ânı hissedeceğim.

Ah, zaman!


MOLALAR

Yazının son bölümünde Ayvalık ve Cunda'da gezerken mola verdiğim yerlerden söz etmek istiyorum.

Dekorasyonu, küçük bir müzeyi andıran ortamı ile Cafe Caramel mola vermek için iyi bir seçenek.


Cafe Caramel'den lezzet önerilerim; çilekli irmik tatlısı ve damla sakızlı muhallebi.


Ayvalık sokaklarında bir başka lezzet molasını, Macaron Muhallebicisi'nde verebilirsiniz.


Macaron Muhalebicisi, Ayvalık.


"K" ile değil, "c" ile!


Şeytanın Kahvesi bir aile işletmesi. Adını dedelerinin lakabından alan kahvenin içindeki
nesneler ve duvarlardaki fotoğraflar size zamanda yolculuk yaptırıyor. 


Çayı da, yeşil (olgunlaşmamış) üzümden yapılan koruk suyu da güzel.


İyi hazırlanmış deniz ürünleri, hızlı servis ve uygun fiyat Papalina Balık Evi'nde!
Buradan çıktıktan sonra az ilerideki Açelya Cafe'de balık üzerine çay içmek şart!


Ayvalık'taki son akşamımızda kapanışı, Aşkın Tost Evi'nde Ayvalık tostu ile yaptık.


Olmazsa olmazlardan; Cunda'daki Taş Kahve'de mola!


O gerçekten lokma tatlısının imparatoru. Cunda'daki klasik lezzetlerden biri burada!


Uzun aradan önce Ayvalık'a her gittiğimizde, Ankara'ya dönmeden bir gün önce Özgün Zeytin'e uğrardık. Başta zeytin ve zeytinyağı olmak üzere alışveriş yapar, bagajın neredeyse tamamı Özgün ürünleri ile dolu olarak Ankara'ya dönerdik. Bu defa dönüş yoluna çıkarken, Özgün Zeytin'in Çanakkale - İzmir yolu üzerindeki satış mağazasından alışveriş yaptık.


Özgün Zeytin internet üzerinden de satış yapıyor.


Benim Ayvalık'tan ayrı kaldığım yıllarda (2018'de), Özgün Zeytin'in kurucusu Halil Amca ölmüş.


Yazının son bölümünde müthiş keyifli bir konaklama yaptığımız Lacivert Otel'den söz etmek istiyorum. Ayvalık'ın Sefa Çamlık bölgesinde yer alan Lacivert Otel'in tam karşısında Cunda var, sağ tarafında ise Ayvalık. 

Lacivert Otel, Ayvalık.


Müthiş manzaralı suit odasında, ev keyfi ve huzurunda yaşadığım günleri unutamam. O güzelim balkondan ayrılıp Ayvalık'a gitmek öyle zor oluyordu ki. Güler yüzleri ve samimiyetleri ile kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan Sinem Hanım'a ve Olcay Bey'e buradan bir defa daha teşekkürler ve sevgiler.


Lacivert Otel'in her yanı ayrı bir detayla süslü.


Sol baştaki fotoğrafta kızımın odasının, ortadaki fotoğrafta benim odamın manzarası görünüyor.
Birden çok ömür yaşama şansım olsa, birini sadece bu balkonda yaşamak isterdim.


Cunda manzaralı notlar ve okuma keyfi.


İşte böyle...
Covid-19 salgını olmasa 2020'de yaşamak istediğim (aylar öncesinden planlanmış) başka seyahat planlarım vardı. 
Salgın; hastalık ve ölüm demek.
İnsanlık aylardır zor bir süreçten geçiyor, ne kadar devam edeceği belirsiz.
Bu kötü dönemde kızımla birlikte böylesine güzel birkaç gün yaşamak inanılmaz iyi geldi.
İyi ki gitmişiz ve iyi ki yaşamışız.

Ayvalık'ta güneş Midilli Adası'nın arkasına doğru saklanırken, müthiş bir renk şöleni yaşanır.


Ayvalık ile ilgili kitap önerilerim.


Sümer Özvatan
Aralık 2020