2 Ekim 2018 Salı

Berlin Gezi Rehberi

Bu yazıda sizlere, Berlin'e 8-16 Mayıs 2018 tarihlerinde yaptığım seyahat sırasında gezdiğim yerlerden ve gezerken gördüklerimden söz etmek istiyorum. Öyle bir yazı sizi bekliyor ki, çıktı alın (ya da ekranınızdan bakarak/okuyarak), Berlin'i keyifle benim rehberliğimde gezin!


Berlin seyahatimle ilgili diğer yazılarım:
Charlottenburg Sarayı 
Berlin'de Tekne Turu 
Berlin Müzeleri 

Berlin Günleri'nin ardından kalanlar bu yazıda!


BERLİN ULAŞIM BİLGİLERİ

Uçuş ve Havalimanı Bilgileri

Haftalardır süren hazırlıklarımı tamamladıktan sonra, 8 Mayıs 2018 Salı sabahı saat 06:25'te Ankara Esenboğa - İstanbul Sabiha Gökçen uçuşu ile Berlin günlerim başladı. İkinci uçuşuma saat 9:15'te İstanbul'dan başladım ve yaklaşık üç saatlik yolculuk sonrası yerel saat ile 11:00 civarında, uçak Berlin Tegel Havalimanı'na iniş yaptı. Uçak biletimi seyahatimden dokuz ay önce çok uygun fiyata almıştım. Türk Hava Yolları (THY) ile yaptığım bu keyifli yolculuk için toplam 805.-TL (o zamanki kur ile 194€) ödedim. Bugün için bunun karşılığı yaklaşık 1500.-TL; inanılmaz!

THY ile keyifli bir İstanbul - Berlin uçuşu yaşadım.

Berlin'de iki tane havalimanı var; Tegel ve Schönefeld. Pegasus Schönefeld, THY ise Tegel havalimanını kullanıyor. Eski Doğu Almanya'nın önemli havalimanlarından biri olan Schönefeld kentin güneyinde, merkeze 20 km uzaklıkta. Schönefeld havalimanı ile Berlin şehir merkezi arasındaki ulaşım olanakları için lütfen şuraya bakınız. Şehir merkezinin kuzey batısında yer alan Tegel havalimanı ile merkez arasındaki uzaklık yaklaşık 11 km. Tegel ile şehir merkezi arasındaki ulaşım olanakları da burada!

Tegel Havalimanı epey küçük. Bilinen havalimanı kalabalığı ve karmaşasından uzak, sakin bir alan. Sırada fazla beklemeden pasaport kontrolünden geçtim.

Havaalanının çıkış kapısının sağında danışma ofisi var. Otobüs durakları hemen çıkış kapısının solunda ve sağında. Berlin şehir merkezinde önemli noktalara otobüsle ulaşmak ucuz, kolay ve rahat. 

Tegel, havalimanının olduğu bölgenin adı. Havaalanın asıl adında, havacılık alanındaki çalışmaları ile bilinen, kanatlı uçak modelleri ve planörlerle deneyler yapan Alman mucit Otto Lilienthal (1848 - 1896) var. 

Lilienthal, 9 Ağustos 1896'da yaptığı bir uçuşta, planörünün 17 m yükseklikten düşerek yere çakılması sonucu omurgasını kırdı ve ertesi gün öldü. Son sözleri "Kleine Opfer müssen gebracht werden!" ("Küçük fedakârlıklar yapılmalıdır!") olmuş. Merak edenler, daha fazla bilgi ve fotoğraf için şuraya bakabilir.


Kargaşadan uzak, huzurlu ve güvenli Berlin-Tegel Otto Lilienthal Havalimanı ve Willkommen in Berlin! (Berlin'e hoş geldiniz!).

Berlin'de şehir içi ulaşım (metro, otobüs ve tramvay) hizmeti  BVG (Berliner Verkehrs Aktiengesellschaft; Berlinli Ulaşım Şirketi olarak çevirilebilir) tarafından veriliyor. Şurada ve şurada Berlin şehir içi ulaşımı ile ilgili bilgiler bulabilirsiniz, burada ise BVG'nin internet sitesi var! Aşağıdaki bölümlerde ulaşımla ilgili bilgiler vermeye devam edeceğim.


Otobüs biletlerini bilet ofislerinden ya da bilet otomatlarından alabilirsiniz. Bunlardan hiçbirini yapamadıysanız telaşlanmayın, otobüslerde şoförler aynı fiyatla bilet satışı yapıyor. Otobüs şoförlerinden (gittiğim gün ve dönüş günümde) aldığım biletlerim birer Berlin hatırası.
Biletinizi; duraklarda, istasyonlarda ya da ulaşım araçlarının içindeki
sarı kutuları kullanarak valide etmeyi unutmayın!

Berlin'de hızlı, ucuz ve etkin şekilde gezmek için bence edinilmesi gereken Berlin Welcome Card'dan (BWC) Berlin Müzeleri yazımın "Berlin'de müze gezmenin ekonomik yolu" başlığı altında söz etmiştim. BWC ile (AB türü ile sadece kent merkezinde, ABC türü ile ise kent merkezi ve Potsdam'da) otobüs, metro, tramvay ve banliyö trenlerinden sınırsız ve ücretsiz kullanım hakkına sahip oluyorsunuz. 

Ulaşım biletlerinde olduğu gibi, eğer BWC'yi ilk defa bir ulaşım aracında kullanırsanız valide etmeyi unutmayın! 




İki Önemli Şehir İçi Otobüs Hattı

Daha kısa güzergâh, daha sık servis; TXL otobüsü!
Tegel Havalimanı ile Alexanderplatz arasında çalışan TXL otobüsüBerlin Ana Tren Garı'na da (Berlin Hauptbahnhof) uğrayan  bir tür ekspres servis. Şehrin önemli noktalarına ulaşmak için hızlı bir seçenek. Rota için lütfen tıklayınız! Havalimanındaki durağının yerini, hangi durağa kaç dakikada ulaşıldığı ve duraklardan diğer ulaşım seçeneklerine geçişlerin gösterildiği bilgiler ise burada!

Berlin Ana Tren Garı'nın (Berlin Hauptbahnhof) karşısındaki TXL durağı.


Bir tür "Hop On Hop Off Bus Tour" otobüsü; 100 no'lu otobüs!

Berlin şehir merkezinin batısı (Hertzallee) ile doğusu (Alexanderplatz) arasında sık aralıklarla çalışan 100 no'lu otobüs ile çok sayıda turistik yeri otobüsten görebilir ve buralara ulaşabilirsiniz. Bu otobüs ile sadece bir bilet karşılığında yapacağınız yolculuk size, Berlin merkezi hakkında epey bilgi verecektir. Güzergâh için burayadurakların yerini, hangi durağa kaç dakikada ulaşıldığı ve duraklardan diğer ulaşım seçeneklerine geçişlerin gösterildiği bilgiler için de buraya lütfen!


Berlin'de şehir içi otobüs ulaşımı için kullanılan durakların büyük kısmı
sadece bir levhadan ibaret, her yerde kapalı durak yok.
Duraklardaki listelerde belirtilen saatlere genellikle uyuluyor.
Otobüslerin içi rahat, valiz koymak için uygun yerler var.


Şehir İçi Raylı Sistem

Berlin şehir içi ulaşımında metro, tramvay ve banliyö trenleri olmak üzere üç raylı sistem var. Tramvay sadece eski Doğu Berlin bölümünde çalışıyor. Yani Berlin'de gezerken tramvay görürseniz bilin ki Doğu Berlin'desiniz! Metro (U-Bahn) ve banliyö trenleri (S-Bahn) ise yer altı ve yer üstünde epey geniş bir ulaşım ağı ile hizmet veriyor. U ve S-Bahn ulaşım haritası şurada! Metro, banliyö treni, tramvay ve otobüs kullanarak şehir içi ulaşım sağlamak için rota bulucu ise burada!

Metro:
Almanca Untergrundbahn (yer altı demiryolu) sözcüğünün kısaltması olarak U-Bahn kullanılıyor. Berlin metrosunun tarihi 1902'ye dayanıyor ve günümüzde %80'i yer altında olan toplam 146 km'lik ağ üzerindeki 10 ayrı hatta ve 173 istasyonda hizmet veriyor.


Kentin doğu-batı doğrultusunda U1, U2 ve U7;
kuzey-güney doğrultusunda ise U6, U8 ve U9 metro hatları çalışıyor.
Diğer hatlar ise (U3, U4, U5 ve U55) ise merkezde hizmet veriyor.

U2 metro hattının merkezi duraklarından biri olan Hausvogteiplatz istasyonu.

U7 hattındaki Richard Wagner Platz istasyonu (solda), istasyonlardaki platformlarda bulunan levhalar işe yarıyor (ortada), metroda çalışan trenlerin vagonlarının camları Brandenburg kapısının grafiği ile kaplı (sağda).



Tramvay:
Berlin'in doğusunda 1865 yılından bu yana hizmet veren tramvay ağı, günümüzde 190 km uzunluğu ile dünyanın üçüncü büyük tramvay sistemidir. Toplam 22 hatta çalışan tramvaylarla ilgili rota bilgilerine şuradan ulaşabilirsiniz.

Bir tramvay durağı ve detaylar.

Doğa Tarihi Müzesi'ne (Naturkundemuseum) gitmek için tramvay
kullanılabilir (soldaki fotoğraf), her durakta dijital bilgi panoları ile
hangi tramvayın ne zaman durakta olacağını görebiliyorsunuz (sağda).


Banliyö Treni:
Kısaca S-Bahn (Stadtschnellbahn; şehir treni) olarak adlandırılan ve genellikle yerin üstünden ulaşımı sağlayan banliyö tren hattının toplam uzunluğu 330 km. Şehrin doğu-batı ve kuzey-güney doğrultularında çalışan hatlarla beraber, merkezde çalışan banliyö hatları da var. Toplam hat sayısı 15, bunlardan S9 ve S45 ile Schönefeld Havalimanı'na, S7 ile de Potsdam'a ulaşmak mümkün.

Berlin genelinde yaklaşık 170 banliyö tren istasyonu var. Bunlardan merkezi
ve önemli olanları küçük ölçekli alışveriş merkezi niteliğinde.


Ulaşımdan söz edip, Berlin Merkez Tren İstasyonu'nu (Berlin Hauptbahnhof) geçmek olmaz. Açılışı 26 Mayıs 2006 tarihinde yapılan bu devasa tren garında her şey var; market, yeme-içme yerleri, mağazalar, çiçekçi, kitapçı... 

Berlin Merkez Tren İstasyonu'nunda (Berlin Hauptbahnhof) çatıda ve dış cephede kullanılan cam kaplama ile gün ışığının alt katlara kadar ulaşması sağlanmış. Banliyö tren hattı üst kattan, diğer tren hatları ise alt kattan geçiyor. Giriş ve orta katta ise yukarıda yazdığım gibi her şey var!

Tegel Havalimanı'na otobüs ile, Schönefeld Havalimanı da banliyö treni ile ulaşılabiliyor (bilgileri yukarıda vermiştim!). Yani bu havalimanlarından birinde inip, Berlin Merkez Tren İstasyonu'na, buradan da şehrin ya da ülkenin herhangi bir yerine ulaşmanız kolay. Bazı Avrupa şehirlerine de buradan hareket eden uluslararası trenlerle ulaşım sağlanıyor. Gar ile ilgili tüm bilgiler burada!

Berlin Merkez Tren İstasyonu'nunda öyle bir tuvalet var ki; tertemiz ve teknolojik! Zaten tabelasında öyle sıradan WC yazmıyor, WC Center yazıyor!

Berlin Merkez Tren İstasyonu'ndan U55 metro hattı ile
Brandenburg Kapısı'na ulaşabilir, oradan diğer ulaşım
seçeneklerini kullanarak kentin diğer yerlerine gidebilirsiniz.



Ve bisikletli yaşam!

Pek çok Avrupa kentinde olduğu gibi Berlin'de de şehir içi ulaşımda bisiklet epey tercih ediliyor. Her gün yaklaşık 500.000 bisikletli şehir içi trafiğin %15'ini oluşturuyor. Her 1000 kişiye 710 bisikletin düştüğü Berlin'de, 150 km'si özel bisiklet yolu olmak üzere toplam 620 km'lik bisiklet yol ağı var. Berlin'de bisiklet ile gezmek isteyenler için şurada keyifli rota önerileri var.

Kentin pek çok yerinde farklı şirketlere ait kiralık bisiklet noktaları var.

Berlin'de gezerken sıklıkla bisiklete/bisikletlilere rastlanıyor.

Kiralık bisiklet fiyatları için küçük bir örnek solda), Berlinliler çocuklarını taşımak için küçük bir otomobil büyüklüğünde bisiklet kullanıyorlar.

Berlin ile ilgili ulaşım bilgilerini verdikten sonra şimdi kenti bölgelere ayırarak, gezdiğim yerleri size anlatmak istiyorum. Ben Berlin'de 8 gece/9 gün kaldım. Gittiğim gün öğleden sonra, konakladığım eve yürüme mesafesinde olan Charlottenburg Sarayı'nı gezdim. Bir gün Berlin'e gittiğinizde bu sarayı ve bahçesini gezip görmenizi öneriyorum. Yazısı şurada

Dokuz günün ilk günü böyle geçti, son günü de zaten dönüş olunca, geriye kalan yedi günü şöyle planladım; Müzeler Adası'na bir gün, Berlin'e kadar gelmişken gitmeden olmaz diyerek Potsdam'a bir gün (iyi ki gitmişim!) ve kentin merkezde kalan diğer yerlerine de beş gün. 

Bu beş gün için Berlin'i beş bölgeye ayırdım, bunu yaparken ulaşıma fazla zaman harcamamak için birbirine yakın olan yerleri bir araya getirdim. Böylece beş günde Berlin'de gezilip görülebilecek hemen hemen tüm önemli yerlere gittim, birbirinden keyifli yeme-içme molaları verdim. Bu beş günden birinde öğleye kadar müthiş keyifli bir tekne turu da yaşadım. Onun yazısı da burada!

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ikiye bölünen Berlin'i ben beş bölgeye ayırdım!

Sonuç olarak yazının bundan sonraki bölümünde okuyacaklarınızı aslında Berlin'de beş günlük gezi planı olarak düşünebilirsiniz. Başlıyorum!


Bölge 1; Tiergarten, Siegessäule, Zoo, Aquarium ve vd.

Yurt dışı seyahatlerimden önce yaptığım hazırlık çalışmaları sırasında, meydan, cadde, park, sokak gibi yerlere verilmiş olan isimlerin kaynağını merak ederim. Bu merak bana yeni bilgiler getirir. Berlin'de de böyle oldu ve Ernst Reuter'i tanıdım! Tam adı Ernst Rudolf Johannes Reuter (1889 - 1953), tarih, coğrafya ve iktisat öğrenimi görmüş Alman siyasetçi. Nazi rejimi nedeni ile 1935 yılında Almanya'dan ayrılmak zorunda kalmış, bir süre İngiltere'de yaşadıktan sonra Türkiye'ye gelmiş ve 1939 - 1945 yılları arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde şehircilik dersleri vermiş, Türkçe kitaplar yayımlamış.

Ernst Reoter'in Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde yetiştirdiği öğrencileri zamanla hem üniversitede hem de şehircilik uygulamalarında önemli görevler almış, böylelikle Reuter'in düşünce tarzı başta Ankara olmak üzere Türkiye'deki şehirleşmeye önemli katkı sağlamıştır.

Reuter ülkesine döndükten sonra, 1948'de Berlin doğu ve batı olmak üzere ikiye bölününce Batı Berlin'in ilk belediye başkanı (Bürgermeister) olmuş. Günümüzde Berlin'de, şehrin batısı ile merkezini bir araya getiren çok önemli bir kavşağa (meydana) adı verilmiş; Ernst Reuter Platz (haritada 1 ile işaretlediğim alanın sol üst köşesinde). Berlin'deki ikinci günümün sabahında ilk ziyaret ettiğim yer bu meydan oldu. Meydanda Reuter anısına yapılmış güzel bir heykel var. Kentlerin güzelliğine değer katan heykellere bir de yukarıda kısaca anlattığım öyküler eklendiğinde, böyle yerleri görmek beni mutlu ediyor. Heykelde bir "alev" kompozisyonu var, 1963 yılında açılışı yapılan heykeli savaş sonrası dönemin önemli heykeltraşlarından biri olan Bernhard Heiliger yapmış. 

Heykelin olduğu zeminde Ernst Reuter'in bir sözü (Almanca) yazıyor;
Friede kann nur in freiheit bestehen.
Yani; barış ancak özgürlük varsa olabilir.
Ernst Reuter'in Ankara yıllarını anlatan bir kitap, 2017 yılında PTT tarafından hazırlanan bir anı zarfı ve 2008 yılında Almanya'da kullanılan bir posta pulu.

Benim için anlamlı olan bu meydandan yürüyüşe başladım ve yaklaşık 2 km boyunca şehri ve insanları seyrederek, keyifle Zafer Sütunu'na (Siegessäule) ulaştım. Yolun yarısında müthiş bir kent parkı olan Tiergarten'in sınırlarına da girmiş oldum.


Doğu-batı yönünde uzanan Straße des 17Juni (17 Haziran Caddesi)'nin
iki ucunda iki önemli meydan var; Ernst-Reuter Platz ve Grosser Stern.
(17 Haziran 1953 tarihinde eski Doğu Almanya'da komünist rejime karşı ilk halk ayaklanması olmuş.)

17 Haziran Caddesi üzerindeki Charlottenburger Tor (solda)
ve Zafer Sütunu'nun karşısındaki yeşil alanda yer alan
Alman devlet adamı (ilk şansölye) Otto von Bismarck anıtı (sağda).

Siegessäule (Zafer Sütunu), Almanya'nın başkenti Berlin'de bulunan anıtsal sütundur. Danimarka ve Prusya arasında yapılan İkinci Schleswig Savaşı'nın anısına 1864-1873 yılları arasında yapılmış olan sütuna sonraki yıllarda 8 metre yüksekliğinde ve 35 ton ağırlığındaki, bronzdan yapılmış Victoria (Latince; zafer) heykeli eklenmiştir.
İlk olarak Königsplatz meydanında (günümüzde parlamento binasının
-Reichstag- olduğu Platz der Republik) yapılan Zafer Sütunu (Siegessäule), Hitler'in isteği üzerine, 1938-1939 yıllarında şimdiki yerine taşınmış. Askeri geçit törenlerinin dört  büyük caddenin kesişme kavşağı olan Grosser Stern'de (Büyük Yıldız) yapılması nedeniyle Hitler burayı tercih etmiş.

Sütunun üzerinde bulunduğu devasa taban, üç savaşı (İkinci Schleswig Savaşı, Fransa-Prusya Savaşı ve Avusturya-Prusya Savaşı) ve zafer kazanmış birliklerin Berlin'e girişini simgeleyen dört bronz rölyefle dekore edilmiş. Kahverengi bir granit yüzeyin üzerine inşa edilen sütun,  cam mozaikli bir dizi destek sütunu üzerinde durmaktadır. Taban kısmında Zafer Sütunu'nun tarihi ile ilgili bazı obje ve fotoğrafların bulunduğu mini bir müze var. Bu müzenin içinden geçerek sütunun üst kısmına çıkışı sağlayan merdivenlere ulaşıyorsunuz.


Sütunun en uç kısmında 8 metre boyunda ve 35 ton ağırlığında,
bronzdan yapılmış Victoria (Latince; zafer) heykeli var.
Sütunun en üst kısmına çıkmak için aşmanız gereken 285 basamak var. 
Dar merdivendeki dinlenme noktaları çok işe yarıyor.

Zafer Sütunu'nun üst kısmında, 285 basamak çıkmaya fazlası ile değecek bir manzara var. Yukarıdan Berlin'in merkezdeki pek çok yerini görmek mümkün. Sütunun bulunduğu kavşağa bağlanan caddeler, yukarıdaki fotoğrafta soldan sağa doğru;
➤Altonaer Strasse (Caddesi), 
➤17 Haziran Caddesi'nin doğuya doğru olan tarafı, ileride Brandenburg Kapısı ve Alexanderplatz'daki kule görünüyor,
➤Hofjägerallee Strasse (Caddesi),
➤17 Haziran Caddesi'nin batıya doğru olan tarafı (benim Ernst Reuter Meydanı'ndan itibaren yürüdüğüm yol).

Her ne kadar esprili bir yaklaşımla sütunun herhangi bir yerine yazı yazılmaması için uyarı yapılmış olsa da, sütunu ziyaret edenlerin arasında
çok sayıda "idiot" olduğu anlaşılıyor! 


Zafer Sütunu giriş ücreti 3€. Berlin Wellcome Card burada geçerli değil! Bence en güzeli sütuna yürüyerek gitmek. En yakınına kadar ulaşım sağlayan tek araç 100 no'lu belediye otobüsü, inmeniz gereken durak ise Grosser Stern.

Gezmeye devam ediyorum, bu defa amacım Almanya'nın en büyük ikinci şehir parkı olan (birincisi Münih'teki Englischer Garten) Tiergarten'de yürümek, buradan geçerek Berlin hayvanat bahçesine ulaşmak.

Prusya Dükü III. Friedrich tarafından, kraliyet avlanma yerlerinin olduğu bu alan, halkın kullanımına açılarak bir park haline dönüştürülmüş.  Park II. Dünya Savaşı sırasında (özellikle savaşın son yılında) çok büyük zarara uğramış. Öyle ki, 1945/56 kışında kömür sıkıntısı çeken Berlinliler parktaki ağaçları yakacak olarak kullanmışlar. Savaşın ardından Almanya'nın pek çok yerinden bağışlanan ağaçların dikilmesi ve ardından yıllar süren bakım ve düzenleme çalışmaları sonucunda park bugünkü halini almış.

Tiergarten şehir parkına 100 no'lu otobüsü veya banliyö trenini (S3, 5, 7 ve 9) kullanarak ulaşmak mümkün. Spree nehrinin bir kısmı parkın kıyısından, Landwehrkanal ise ortasından geçiyor. Uzun süreli tekne turlarının çoğu buralardan geçiyor. Parkın içinde göletler ve bira bahçeleri var.

Berlin'in yeşil akciğeri olarak tanımlanan bu müthiş şehir parkında yürümek çok keyifli. Yaklaşık 500 dönümlük bir alana yayılan ve çoğu yerinde gökyüzünün görünmesini engelleyecek uzunlukta ağaçlarla, doğal yeşil alanlarla ve peyzaj alanları ile dolu olan parkta yürüyüş yapmak, çimlerin üzerinde dinlenmek veya güneşlenmek, bisiklete binmek yapılabileceklerden bazıları. Şehrin ortasındasınız, çevrenizde caddeler var, bunu biliyorsunuz, ama parkın içindeyken kendinizi şehir hayatından o kadar uzaklaşmış hissediyorsunuz ki. Tiergarten böyle bir şehir parkı.

Yurt dışı gezilerimde hayvanat bahçelerine uğramayı sevdiğimi Amsterdam seyahatimi anlatırken söz etmiştim. Berlin gezi planımı hazırlarken Berlin hayvanat bahçesine de yer vermiştim. Tiergarten'de yaptığım yürüyüşün sonunda hayvanat bahçesinin Hardenbergplatz'daki giriş kapısına ulaştım. Burası Zoologischer Garten tren istasyonuna çok yakın. Burası aynı zamanda pek çok otobüsün ve dört metro hattının (U1, 2, 3 ve 9) kesişme noktası. Kısaca Berlin'in toplu taşımadaki en önemli merkezi duraklarından birisi Berlin Zoologischer Garten. 



Berlin hayvanat bahçesinin Hardenbergplatz'daki giriş kapısı.
Farklı bilet seçenekleri var. Ben hayvanat bahçesi ile hemen yakınındaki akvaryum için kombine bilet almayı tercih ettim ve
Berlin Wellcome Card indirimi ile 21€ yerine 17,2€ ödedim.
Diğer bilet seçenekleri için şuraya bakabilirsiniz.
Bilet gişesinden alacağınız harita ile parkı gezmek daha kolay!


Çin'den getirilen iki pandanın yaşadığı panda bahçesi.

Berlin hayvanat bahçesinden...

Su dünyasının canlıları ve zebra desenli kamyonet.

Ön ve arka cepheden devasa zürafa evi.

Hayvanat bahçesinin diğer giriş kapısı Budapester Str. üzerinde.

Sırada 1913 yılında Berlin hayvanat bahçesinin bir parçası olarak kurulmuş olan ve Almanya'daki en büyük akvaryumlardan biri olan Aquarium Berlin var. Akvaryum binasının iki kapısı var; biri hayvanat bahçesinin içinden, diğeri de Budapester Str. üzerinden (Hayvanat bahçesinin yukarıdaki fotoğrafta görülen filli kapısından çıktıktan sonra sola dönün ve sadece 200 m yürüyün!).

Üç katlı binada 9000'den fazla, yaşamını suda sürdüren hayvan türünün sergilendiği Aquarium Berlin'de, sadece denizanası türleri için birkaç akvaryum var. Binaya hayvanat bahçesinden (sol baştaki fotoğraf) veya Budapester Str. üzerindeki kapısından (sağ baştaki fotoğraf) girebilirsiniz.

Hayvanat bahçesini sağınıza alıp Budapester Str. üzerinde yürüdüğünüzde, biri caddenin sağındaki Bikini Berlin alışveriş merkezi, diğeri de caddenin karşısında kalan Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche kilisesi olmak üzere iki yapı dikkat çekiyor.

Kantstrasse ile Budapester Str. caddelerinin kesişme noktası,
soluklanıp çevreyi ve insanları izlemek için iyi bir nokta.
Günümüzde Batı Berlin'in bir simgesi olarak kabul edilen protestan kilisesi Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche, 1 Eylül 1895 tarihinde halka açılmış. Kilise, Alman İmparator I. Wilhelm adına yapılmış ve adını da ondan almış. II. Dünya Savaşı sırasında Kasım 1943'teki bir bombardımanda büyük hasar gören kilisenin kulesinin üst kısmı yıkılmış. Savaş sonunda bir harabeye dönen kilisenin yıkılıp yeniden yapılması yönünde tartışmalar olmuş ve halk, kilisenin mevcut hali ile savaşa karşı bir anıt olarak kalmasından yana olmuş.

Berlin'de günümüzde savaşa karşı bir anıt olarak ayakta duran
Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche kilisesi.

Yapıldığında 113 m yüksekliğinde olan kulenin bugünkü yüksekliği 68 m.

Yukarıda anlattığım nokta öyle bir yer ki, Berlin'in çok önemli ulaşım noktalarından biri olan Zoologischer Garten istasyonu, iki önemli alışveriş caddesi (Kantstrasse ve Kurfürstendam) ve Tauentzienstrasse buraya çok yakın. İnsan ne yöne gideceğini şaşırıyor! Ben önce Kurfürstendam caddesinde biraz yürüyüp keyifli bir mola verdim, sonra geri dönüp Tauentzienstrasse caddesi boyunca yürüdüm.  

Berlin'in bu bölgesinde Kurfürsten ile başlayan iki cadde var. Biri Rathenauplatz meydanından başlayan ve Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche kilisesinin karşısında Tauentzienstrasse caddesi ile birleşen, yaklaşık 3.5 km uzunluğundaki Kurfürstendamm; diğeri hayvanat bahçesinin Budapester caddesi üzerindeki kısmından başlayan ve 2 km uzunluğunda olan Kurfürsten Strasse. Bunlar isim benzerliği nedeniyle karıştırılabilir! İkincisinde fazla bir şey yok ama birincisi, yani kısaca Ku'damm olarak bilinen Kurfürstendamm, üzerinden defalarca yürünerek geçilecek, keyifli, hareketli ve güzel bir cadde.

Berlin'de mutlaka yapılması gerekenlerden biri; U1, U7 ve U9 metroları ile kolaylıkla ulaşabileceğiniz Kurfürstendamm'da keyifli bir yürüyüş yapmaktır!

Tauentzienstrasse ile Kurfürstendam caddeleri üzerinde,
mimari olarak dikkat çeken, birbirinden güzel binalar var.

Kurfürstendam ile Joachimsthaler caddelerinin kesiştiği kavşak hem şehir mimarisi hem de bu meydana bakan terası ile keyifli bir mola yeri olan
Cafe Kranzler bakımından benim için önemli oldu.

Kurfürstendam caddesi 18 numaradaki binanın üst katında yer alan
Cafe Kranzler, kentin bu bölgesinde mola verilebilecek iyi bir seçenek.
Özellikle de kahve severler için!
Her ne kadar kendi kahvelerini üretiyor olsalar da ben burada verdiğim molada Tayvan çayı içmeyi tercih ettim.
Çayın yanına aldığım kek gayet lezzetliydi.
Su ve tuvalet ücretsiz!

Epey hareketli olan, üzerinde pek çok mağaza ve alışveriş merkezi bulunan Tauentzienstrasse.

Tauentzienstrasse'nin sol başında keyifli, küçük bir meydan var. Meydanın ortasında ilginç bir çeşme/havuz var; Weltkugelbrunnen adlı küre şeklinde dünya çeşmesi. Kırmızı granitten yapılmış olan ve üzerinde çok sayıda bronz hetkel/figür barındıran çeşme, 1983 yılında kent kimliğine kazandırılmış ve popüler bir dinlenme alanı olmuş.


Tauentzienstraße üzerinde ilk bakışta iç içe geçmiş zincir halkalarını çağrıştıran bir heykel var. Berlin'in 750. yıl dönümü için yapılan ve 1987 yılında açılan heykel, şehirde o yıllarda yaşanan bölünmeyi temsil ediyormuş. Kırık zincirlerin uçlarının birbirine çok yakın olması ile,
Berlin'in doğusu ile batısının birleşme arzusu vurgulanmış.

Tauentzienstraße üzerinde 21-24 numaralardaki dev bina ünlü alışveriş merkezi Ka-De-we. Tam adı Kaufhaus des Westens (Batının Büyük Mağazası). Kesinlikle uğrayın, en azından şöyle bir katlara bakın.
En üst katında güzel bir de kafeterya var.


Tauentzienstraße caddesinin sonunda Wittenbergplatz adlı güzel bir meydan var. U1, 2 ve 3 metro hatlarının geçtiği istasyonun da bulunduğu meydanda içinde çevresinde çok güzel heykellerin olduğu bir de çeşme/havuz var (Skulpturenbrunnen; Heykeller Çeşmesi).


Günün ikinci molasını yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz heykelli çeşmenin kenarında masaları olan Faustus'da verdim.

Wittenbergplatz'daki moladan sonra Tauentzienstraße ve Kurfürstendam caddelerinde geldiğim yolu geri yürüyerek, kentin bu hareketli bölgesini sindirmeye çalıştım ve günün finalinde Demir Özlü'nün, Berlin seyahatim için yaptığım hazırlıklar sırasında büyük bir keyifle okuduğum Kanal Kentlerinde adlı kitabında birkaç yerde adı geçen Literaturhaus'a gittim.

Fasanenstrasse 23 adresindeki Literaturhaus güzel bir bahçede yer alan eski bir binada; şehrin ortasında başka bir dünya! Alt katında kitapçının olduğu restoranın bahçesi epey talep görüyor ve boş masa için ayakta uzun süre beklemek gerekebiliyor.

Bölge 2; Parlamento, Brandenburg Kapısı, Katledilen Yahudiler Anıtı, vd.

Bu defa Berlin kent merkezine daha yakın olan bölgedeyiz. Tiergarten'in doğusu, Spree nehrinin kıyısı ve bölünmüş Almanya yıllarının en önemli noktası olan Brandenburg Tor civarında gezeceğiz.


Almanya parlamento binası Reichstag.

Berlin'de gidilmesi gereken yerlerden biri p
arlamento binası (Reichstag). Binayı rehberli turla gezebiliyorsunuz. Benim gibi size de Berlin'de zaman yetmiyorsa, binayı gezmek yerine sadece ünlü terasını (kubbesini) ziyaret edebilirsiniz. Berlin'e giden biri bunu mutlaka yapmalı! 



Parlamento binasının ana giriş kapısı sol başta, ortada ise bu kapıdan
bir detay var. Parlamento binasını ziyaret etmek isteyenler için binanın
hemen karşısında bir ziyaret başvuru ve kayıt ofisi var.

Parlamento binasını ve/veya kubbeyi ziyaret edebilmek için önceden randevu almak gerekiyor. Bunu ya internet sitesinden ya da parlamento binasının yakınındaki ofisten yapabilirsiniz. Ofisten yaparsanız gittiğiniz gün ziyaret etmek olanağı elde edemeyebilirsiniz, internet üzerinden randevu alırsanız randevu tarihi ve saatinde bina girişinde olmanız yeterli. İnternet üzerinden randevu iki aşamada oluyor; önce bilgilerinizi kaydederek başvuru yapıyorsunuz. Bu aşamada ziyaret tarihi ve saatini de seçiyorsunuz. İşlemden sonra adresinize gelen e-postadaki linki tıklayarak randevuyu kesinleştiriyorsunuz. Bundan sonra e-posta adresinize randevu bilgilerini içeren bir doküman gönderiliyor. Ziyarete giderken bu dokümanın çıktısını mutlaka yanınızda götürün!


İnternetten kayıt işlemini tamamladığınızda e-posta adresinize gönderilen kayıt dokümanını çıktı almayı ve ziyarete giderken yanınızda götürmeyi unutmayın!

Ülkenin farklı yerlerindeki binaların Almanya Parlamentosu olarak kullanılmasından sonra, 1882 yılında düzenlenen bir proje yarışmasının ardından inşaatına 1884 yılında başlanan parlamento binası (Reichstag), on yıllık çalışma sonrasında 1894 yılında kullanılmaya başlanmış. Hitler'in Almanya'nın başına geçişine kadar kullanılan bina, 1933 yılında bir Hollandalı komünist tarafından kundaklanmış. Çıkan yangında binada büyük hasar oluşmuş ve bu olayın ardından yasama meclisi Kroll Opera Binası'na taşınmış. 

Söz konusu yangının gerçek nedeni bugün hâlâ tartışılmaktadır. En çok kabul gören görüşe göre; Hitler tarafından planlanan bu yangın sayesinde hem Almanya Komünist Partisi yasaklanmış, hem de o zamana kadar kullanılan kamu binalarını kullanmayarak farklı bir Alman hafızası oluşturmaya çalışan Hitler'e yasama meclisini başka bir binaya taşıma fırsatı sunmuş.

II. Dünya Savaşı yıllarında büyük ölçüde harap olan binaya savaşın sonlarına doğru o zamanki Sovyetler Birliği (SSCB) tarafından Zafer Sancağı çekilmiş.
Parlamento binası II. Dünya Savaşı sonrasındaki"
Soğuk Savaş" döneminde Batı Berlin sınırları içinde kalmış.

Bölünmüş Almanya'nın tekrar birleşmesinden sonra 20 Haziran 1991 tarihinde Berlin’in yeniden Almanya'nın başkenti olmasıyla Reichstag da yeniden Almanya Federal Meclis binası oldu (Başkentin Bonn'dan Berlin'e taşınması 328 evet, 320 hayır oyu ile kararlaştırılmış). Açılan mimarlık yarışmasını kazanan İngiltere doğumlu dünyaca ünlü mimar 
Norman Foster’in öncülüğünde restore edilen bina Nisan 1999’da parlamento binası olarak kullanıma açıldı.


Berlin seyahatimin en dolu, etkileyici ve öğretici bölümlerinden biri,
Almanya parlamento binası Reichstag'ı ziyaretim oldu. 

Kubbenin olduğu terasın, ortadaki fotoğrafta görülen tabanındaki camlardan  parlamentonun içi görülebiliyor. Tasarımın temelinde yasamanın şeffaflığı var!


Neo-Barok mimari tarzdaki parlamento binası ilk yapıldığında büyük bir cam kubbe de yapılmış. II. Dünya Savaşı yıllarında büyük oranda hasar gören cam kubbe 1954'de kaldırılmış. Binanın restorasyon çalışmaları başladığında mimar Foster'in projesinde kubbe yokmuş, ilgili kurul binanın yeniden bir kubbesi olması gerektiğine karar verince projeye kubbe eklenmiş. 


Kubbenin tabanından yükselen koni şeklindeki kısımda çok sayıda cam var. Belli bir düzene göre yerleştirilmiş olan bu camlar güneş ışınlarının geldiği açıya göre otomatik olarak açılarını değiştiriyor ve gün boyu aşağıdaki parlamento salonunun aydınlatılmasını sağlıyor. Binaya temiz hava zemindeki havalandırma sistemi borularından veriliyor, ısınmış kirli hava ise bu koniden yukarıya doğru gönderilerek üst kısımdaki ağzı açık geniş alandan dışarıya atılıyor. Kirli hava bu şekilde binadan dışarıya atılırken sahip olduğu ısı geri kazanılıyor. Tam anlamı ile yüksek teknoloji ürünü bir akıllı bina örneği.

Parlamento binasının dışındaki ziyaretçi giriş alanında ziyaret kayıt belgeniz, geçerli bir kimliğiniz ve eşyalarınız büyük bir dikkatle kontrol edildikten sonra ziyaretçiler gruplara ayrılıyor. Her grubun önünde bir görevli genç olarak binaya giriş yapılıyor. Kubbenin olduğu teras kısmında pek çok dilde bilgi veren elektronik rehberler dağıtılıyor. Bu rehberlerde Türkçe dil seçeneği de var ve gerçekten ziyaret süresince çok değerli bilgiler veriliyor.



Kubbeye girişte alacağınız çok iyi hazırlanmış dokümanı açın, kulağınıza da elektronik rehberin kulaklığını takın ve keşfe başlayın. Taban kısmından itibaren spiral şeklinde yukarı doğru yükselen ve kubbenin kenar camlarının paralelinde olan yürüme alanında yürüdükçe, belli noktalarda kulağınıza bilgiler akmaya başlıyor. Sesli rehberin, "şimdi burada durun ve sağ tarafa bakın", "şimdi üç metre kadar ileriye gidin" gibi yönlendirmeleri sayesinde
tam bir 360 derecelik tur yapıyor ve Berlin'deki çok sayıda önemli yeri görebiliyorsunuz. Kesinlikle yaşanması gereken bir deneyim! 

Parlamento binası Reichstag ile ilgili bir de ilginç bilgi vermek istiyorum. Uzun yıllar süren bir proje kapsamında Reichstag tamamen kumaşla kaplanmış, yani giydirilmiş! Bu sanat projesini Bulgar sanatçı Christo ve Fransız Jean-Claude birlikte yapmış. Sonuç 1995 yılında ortaya çıkmış, fotoğraflar şurada

Parlamento binası ile ilgili muhteşem içeriğe sahip bir Türkçe kaynağı buraya bırakıyorum!

Parlamento binasına ulaşım kolay; S1, 2, 25 ve 26'yı kullanarak Branderburger Tor istasyonunda inip 500 m kadar yürümeniz gerekiyor. TXL otobüsü veya 100 no'lu otobüs ile de aynı durakta inerek binaya yürüyebilirsiniz. Ya da benim gibi banliyö treni (S1, 2, 3, 5, 7, 9) ile Friedrichstrasse istasyonuna gelip, buradan Spree nehri kıyısında 15 dakikalık keyifli bir yürüyüşle ulaşımı sağlayabilirsiniz.

Şimdi buradan sadece 500 m uzaklıktaki Berlin'in simgelerinden biri olan Branderburger Tor'a (Brandernburg Gate / Brandenburg Kapısı) yürüyelim.

Sütunlarının yüksekliği, üzerindeki taş süslemeler ve tabii ki en üst kısımdaki Quadriga* tarzı heykel ile dikkat çeken, Berlin'in önemli simgelerinden Brandenburg Kapısı (Branderburger Tor).*Quadriga: Olimpiyat oyunlarında yarıştırılan, yan yana koşulmuş dört at tarafından çekilen ve zafer alaylarının simgesi olan araba.

Kuzeyinde, yaklaşık 300 m uzaklıkta parlamento binası Reichstag'ın bulunduğu, Berlin'in simgelerinden biri olan Brandenburg Kapısı 1788-1791 yılları arasında yapılmış. On iki sütunun arasında beş yol bulunan kapıdan ilk yıllardaki geçişlerde, halkın sadece iki uçtaki iki kapıyı kullanma hakkı varmış. Diğerlerine göre daha geniş olan ortadaki yol ise kraliyet üyeleri ve önemli geçişler için ayrılmış.

İkinci Dünya savaşından sonraki soğuk savaş döneminde, parlamento binası Reichstag Batı Berlin, Brandenburg Kapısı ise Doğu Berlin tarafında kalmış. Savaş yıllarında epey hasar gören kapı, Doğu ve Batı Berlin yönetimleri tarafından onarılmış ama geçişe kapalı tutulmuştur. Berlin duvarının yıkılmasından sonra 22 Aralık 1989 tarihinde tekrar geçişe açılan kapı, birleşmiş özgür Berlin'in en önemli simgelerinden biri olmuştur.


Brandenburg Kapısı'nın hangi tarafında olduğunuzu anlamanın en kolay yolu, takın üstündeki Quadriga heykeline bakmak. Atlara önden bakıyorsanız (en sağdaki fotoğraf) Doğu tarafındasınız, atları arkadan görüyorsanız (soldan ikinci fotoğraf) Batı! Kapının batı kısmında, 17 Haziran Caddesi'nin (Straße des 17Juni) kaldırımında, Sovyetler Birliği'nin son lideri Mihail Gorbaçov'a kapının açılması dileğinin ifade edildiği bir rölyef var.


Takın üstündeki Quadriga heykelinin ilginç bir öyküsü var: Dünyanın farklı yerlerindeki Quadriga heykellerinden en önemlisi olarak kabul edilen Brandenburg Kapısı'nın üst kısmındaki dört atın çektiği heykel, (kapının yapılmasından sonra) 1793 yılında barışın sembolü olarak tasarlanmış. Napolyon tarafından 1806 yılında sökülerek Fransa'ya götürülen heykel 1814 yılında geri getirilmiş. Heykelin ilk halinde zeytin dalından bir çelenk varken, daha sonra bunun yerini demir bir haç almış. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Doğu Almanya'nın komünist yönetimi tarafından, Prusya militarizmini simgelediği gerekçesi ile sökülen haç, 1990 yılında Almanya'nın birleşmesinden sonra tekrar yerine takılmış. 

Dünyanın farklı yerlerindeki Quadriga heykellerinden en önemlisi olarak
kabul edilen, Brandenburg Kapısı'nın üst kısmındaki dört atın çektiği heykel.


Hazır buradayken, Brandenburg Kapısı'nın batı kısmında, 17 Haziran Caddesi (Straße des 17Juni) üzerinde, kapıdan yaklaşık 450 metre uzaktaki Sovyet Savaş Anıtı'na (Sowjetische Ehrenmal Tiergarten) uğrayalım. Anıt, II. Dünya Savaşı'nın sonlarında Naziler'e karşı savaşan ve Almanya'da ölen 80000 Sovyet (Kızıl Ordu) askerinin anısına, Berlin'in Sovyet askerleri tarafından ele geçirilmesinden hemen sonra 1945 yılında yapılmış.


Sovyet Savaş Anıtı'nın (Sowjetische Ehrenmal Tiergarten) olduğu alanın girişinde, 1945'te Berlin'e ilk ulaşan iki Sovyet tankı bulunuyor.
Sağında ve solunda üç sütunun olduğu ortadaki en uzun sütunun üst kısmında bir Kızıl Ordu askerinin sekiz metrelik heykelini var. Askerin tüfeği elinde değil, savaşın sonunun bir işareti olarak omzunda durmaktadır. Anıtın bulunduğu alanda, Berlin çarpışmaları sırasında ölen 2000'den fazla Sovyet askerinin mezarı bulunmaktadır.

Sovyet Savaş Anıtı (Sowjetische Ehrenmal Tiergarten); 2000'den fazla Kızıl Ordu askeri anısına yapılmış.

Ortadaki sütunun üzerinde Kiril alfabesi ile yazılmış yazıda şöyle deniyor: "Sovyetler Birliği'nin özgürlüğü ve bağımsızlığı için Alman faşist istilacılara karşı savaşan kahramanların sonsuz ihtişamı. 1941-1945."

Brandenburg Kapısı'na geri dönüp, Ebertstrasse üzerinde yaklaşık 600 m yürüdüğünüzde karşınıza önemli bir anıt çıkıyor; Memorial to the Murdered Jews of Europe (Katledilen Yahudiler Anıtı/Denkmal für die ermordeten Juden Europas).

Behrenstrasse'den Katledilen Yahudiler Anıtı'nın görüntüsü.

Anıtın yapılışı gazeteci-yazar Lea Rosh ve tarihçi Eberhard Jäckel’in 1980’li yılların sonunda başlattığı bir sivil inisiyatife dayanmaktadır. Alman parlamentosu 25 Haziran 1999 tarihinde, ABD'li mimar Peter Eisenman’ın projesi doğrultusunda anıtın inşa edilmesine ve anıtın bakımı ile korunması için bir federal vakfın kurulmasına ilişkin kararı resmileştirmiştir. Anıtın inşaatına 1 Nisan 2003 tarihinde başlanmış ve 12 Mayıs 2005 tarihinde anıt halka açılmıştır.

Anıt, 19.000 metrekare büyüklüğündeki alanda yer alan, (20 cm ile 4.8 metre arasında) farklı yükseklikteki 2711 beton bloktan ve bir bilgi merkezinden oluşmaktadır. Bilgi merkezinde, Avrupalı Yahudilere uygulanan soykırımla ilgili sergi bulunuyor. Anıt ve bilgi merkezi, her yıl yaklaşık yarım milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Anıtın tasarımcısı Peter Eisenman'ın amacı, rahatsız edici ve kafa karıştırıcı bir ortam yaratmakmış. Ben bu amaca ulaştığını yaşayarak hissettim!

Geriye Brandenburg Kapısı'na dönüp kapıdan doğu tarafına geçip Pariser Platz'ı (Parisli Meydanı) geçtiğinizde Berlin'in ünlü bulvarı Unter den Linden (Ihlamurlar Altında) başlıyor. Yaklaşık 1.5 km uzunluğunda ve 60 m genişliğindeki bulvarın ortasındaki geniş yaya yolunun iki kenarında bin civarında ıhlamur ağacı var. Tarihi 16. yy.'a dayanan bulvar üzerindeki ıhlamur ağaçlarının bir kısmı 1934-1935 yıllarında banliyö tren hattının (S-Bahn) güney-kuzey tünelinin yapımı sırasında kesilmiş. Kalan ağaçların neredeyse tamamı da, İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarında Berlin'de yaşanan yokluk döneminde halk tarafından yakacak olarak kullanılmak amacıyla kesilmiş. Bugün bulvar üzerinde yer alan ağaçlar 1950'li yıllarda dikilmiş olanlardır.

Brandenburg Kapısı ile Saray Köprüsü (Schloss Bridge) arasında uzanan Unter den Linden bulvarında çok sayıda önemli bina ve şehir simgesi var. Bunlardan ikisi; Humboldt Üniversitesi ve Neue Wache.


Humboldt Üniversitesi'nin yerleşkesi Unter den Linden 6 numarada yer alıyor. İnsana huzur veren (kitaplar ve eski eşyaların satıldığı tezgâhların arasından geçiyorsunuz) bir girişi var. Sağ baştaki fotoğrafta görülen kapıyı açıp içeri girdiğinizde, kendinizi geniş bir bina avlusunda buluyorsunuz.
Avluyu geçtiğinizde her bir yanında gençlerin olduğu bahçe,
biraz ileride de (biraz aşağıda söz edeceğim) nefis bir kütüphane var.

Neue Wache; Berlin'in pek çok yerinde eserleri olan mimar Karl Friedrich Schinkel tarafından tasarlanan ve 1816'da yapılan anıt. Aslen Prusya prensinin birliklerinin korunması amacıyla bir tür nizamiye kapısı olarak inşa edilmiş. Yapı 1931 yılından bu yana, savaş ve diktatörlük (Nazi) zulmünün
kurbanlarını anmak için kullanılıyor.

Unter den Linden 14 numarada ise ünlü Alman otomobil üreticisi
Mercedes'in galerisi var (Die Mercedes-Benz Gallery Berlin). 

Unter den Linden bulvarında yer alan Babelplatz geniş alanı ile dikkat çekiyor. Alanda Humboldt Üniversitesi Hukuk Fakültesi (alttaki iki fotoğraf),
St. Hedwigs Katedrali (üst sağdaki fotoğraf) ve Berlin Opera Binası
(üst soldaki fotoğraf) yer alıyor.

Babelplatz'in Nazi Almanyası'nda karanlık ve acı bir yeri var. Hitler'in yaptığı kötülüklerin başlangıcında insanların evlerinden kitaplar toplanmış ve
10 Mayıs 1933 tarihinde bu meydanda yakılmış. Yerde bir çam çerçeve (bir tür pencere) var, bu pencereden baktığınızda aşağıdaki küçük odada boş kitap raflarını görüyorsunuz. Burası kitapların yakılması anısına oluşturulmuş
bir anıt (Das Denkmal zur Erinnerung an die Bücherverbrennung).

Unter den Linden bulvarının Schloss Bridge'ye yakın olan yerinden
Am Zeughaus sokağına saparsanız ve günlerden cumartesi veya pazar ise güzel bir sanat pazarına (
Berliner Kunstmarkt) girmiş olursunuz. 

Sırada, Berlin'e gitmeden önce yaptığım hazırlık çalışmalarında internette gördüğüm ve "mutlaka bu salonda olmalıyım!" dediğim bir kütüphane var; Jacob-und-Wilhelm-Grimm-Zentrum'da yer alan Humboldt Üniversitesi Kütüphanesi. Önce, Wilhelm von Humboldt  tarafından 1810 yılında kurulmuş olan Humboldt Üniversitesi'nin girişine geri dönelim.

Friedrich Wilhelm Christian Carl Ferdinand von Humboldt, kısaca Wilhelm von Humboldt (sol baştaki fotoğraf), Alman filozof, dilbilimci ve devlet adamı. Humboldt, Alman kültür tarihinde uzun süre etkili olan bir kişiliktir.

Farklı ve modern mimarisi ile gerek dışarıdan, gerekse içeriden dikkat çeken binaya girmeden önce önemli bir bilgi vermek istiyorum. Benim gibi, gezdiğiniz dünya kentlerinin kütüphaneleri ilginizi çekiyorsa, Berlin'deki bu kütüphaneye mutlaka gitmelisiniz. Eğer yanınızda çanta (büyükçe bir el çantası veya sırt çantası) varsa kütüphaneye girmeniz yasak! Önce çantanızı bodrum kattaki emanet dolaplarından birine koymalısınız. Bunu yapmak için size bir adet asma kilit gerekiyor! Bunu öğrendiğimde önce şaşırdım, sonra binadan çıktım ve hemen karşıdaki markete gittim. Asma kilit fiyatının 6€ olması, beni planımdan dönmeye ve yaşamak istediğim bir andan vazgeçmeye yöneltemedi. Bundan sonraki yurt dışı seyahatlerimde, sırt çantamda daima bir asma kilit olacak!


Jacob-und-Wilhelm-Grimm-Zentrum'un girişi ve asma kilit maceram!

Bu muhteşem kütüphane cumartesi ve pazar günleri 10.00-22.00;
hafta içi ise 08.00-24.00 arasında açık.

Humboldt Üniversitesi Kütüphanesi'nde bir ara üniversite yıllarıma geri gittim ve Hacettepe Üniversitesi, Beytepe Yerleşkesi'ndeki kütüphanede kitap aradığım günleri yaşadım. Kütüphane ziyaretinden sonra tekrar karşıdaki markete gittim, bir gazoz aldım ve sabah evde hazırladığım sandviçlerimle keyifli bir mola verdim.

Kütüphane çıkışında verdiğim moladan sonra, Spree nehrinin kıyısına doğru yürüdüm. Müzeler Adası'nın karşı kıyısından yoluma devam ettim ve yaklaşık 1 km'lik yürüyüşten sonra Altes Museum'un (Eski Müze) önündeki şehir parkı Lustgarten'e ulaştım. Parkta keyifle vakit geçiren insanları seyredip fotoğrafladıktan sonra, parkın kenarında bulunan ve planımda günün gezilip görülecek son yeri olan Berlin Katedrali'ne (Berliner Dom) girdim.

Jacob-und-Wilhelm-Grimm-Zentrum ile Berliner Dom arası yürüyüş rotası.

Berlin Katedrali (Berliner Dom) ile ilgili tanımlama ifadelerini şöyle sıralamak mümkün; etkileyici güzellikte Neo Rönesans Bazilikası, Berlin'deki en büyük kilise ve Almanya'daki Protestan kiliselerinin merkezi.

Berlin Katedrali (Berliner Dom).

Şehir parkı Lustgarten'in kenarında bulunan Berlin Katedrali'nin
arka cephesinin hemen kıyısından Spree nehri akıyor.
Katedralin içi olduğu kadar dışı da detaylarla süslü.

Berlin Katedrali her açıdan bir başka güzel görünüyor!

Berlin Katedrali'nin yaklaşık 250 yıla yayılan ilginç bir yapısal geçmişi var. Katedral ilk olarak 1747-1750 yılları arasında, Johann Boumann tarafından Barok tarzında tasarlanarak yapılmış. Mimar Karl Friedrich Schinkel 1822'de Neo-klasik tarzda yapıyı yenilemiş. Alman imparatoru II. Willhelm kilisenin yıkılarak yeniden yapılmasını emredince, 1894-1905 yılları arasında yeniden yapılmış. Bu defa mimar Julius Raschdorff tarafından yeniden Neo-barok tarzında tasarlanan katedralin inşaatı 1905 yılında bitirilmiş. II. Dünya Savaşı boyunca ağır hasar gören katedralin bugünkü hali, 1975-1981 yılları arasında bu defa mimar Günter Stahn tarafından tasarlanarak yeniden yapılmıştır.

Berlin Katedrali'ne giriş ücreti 7€, Berlin Welcome Card ile 5€. Bilet almak için üç seçenek var; internet, katedralin giriş kısmındaki bilet ofisi ya da katedral girişinin karşısındaki emanet dolaplarının olduğu yerdeki bilet makinesi (soldaki iki fotoğraf). Bilet makinesinin olduğu yerde sıra olabiliyor, biletinizi internetten ya da girişteki ofisten aldıysanız buradaki sıra sizi yanıltmasın, dolaba eşya koymak için boşuna bekleyin, sıranın kenarından içeri girin ve dolapları kullanın. Katedrale çıkılan merdivenlerde hırsızlığa karşı uyarı vardı (ortadaki fotoğraf). Katedralin kubbesine çıkmak için 270 basamak tırmanmak gerekiyor. Arada, "hâlâ 132 basamak var!" diyerek "yol yakınken dönün isterseniz" türünden tabela vardı (sağ baştaki fotoğraf).

Berlin Katedrali'nin içinden fotoğraflar. Şurada e-gezi var!

Berlin Katedrali'nin içinden fotoğraflar.

Tırmanması yorucu olsa da, yukarıdaki manzara için kesinlikle değiyor!
Katedralden çıkarken, 1701'de Prusya Krallığı'nı kuran, 1871'de ise Alman Ulusal Birliği'nin kuruluşuna öncülük ederek Alman İmparatorluğu'nu kurmuş olan kraliyet ailesi Hohenzollern Hanedanlığı'na ait çok sayıda mezarın bulunduğu bodrum katı ziyaret etmeyi unutmayın!


Bölge 3; East Side Gallery ve Oberbaumbrücke.

Sırada bir başka güzergâh var. Berlin'deki 6. günümde (13 Mayıs 2018 Pazar) önce Doğa Tarihi Müzesi'ne (Museum für Naturkunde)  gittim. Bunu Berlin Müzeleri yazımda anlatmıştım. Müzeden sonra Berlin Merkez Tren Garı'na (Berlin Hauptbahnhof) yürüdüm, onu da bu yazının başlangıç kısmında anlattım. Berlin Merkez Tren Garı'ndan sonra kendimi sokaklara attım ve Berlin Yeni Sinagogu'na (Stiftung Neue Synagoge Berlin) şöyle bir selam vererek, keyifli bir meydan olan Hackescher Markt'a ulaştım. Buradaki kahve molasının ardından Hackescher Markt banliyö tren istasyonuna gittim.



Berlin Yeni Sinagogu Oranienburger Str. 28'de!


Çok sayıda yeme-içme mekânının olduğu, hareketli ve keyifli meydan Hackescher Markt'tan, banliyö treni, tramvay ve otobüsle
Berlin'in pek çok yerine ulaşmak mümkün.

Berlin seyahati öncesinde sayfalarına notlar alarak ve satırlarını boyayarak okuduğum Demir Özlü'nün Kanal Kentlerinde adlı kitabında sıkça adı geçen Hackescher Hof Cafe, bölgede gezerken mola verilebilecek temiz ve güzel bir yer. Rosenthaler Str. 40'da bulunan kahve-lokantada cam kenarında bir yere oturursanız, meydandaki hareketliliği keyifle izleyebilirsiniz.
Daha sonra Hackescher Markt istasyonundan banliyö treni ile Ostbahnhof istasyonuna gittim. Trenden inip istasyondan çıktıktan sonra kısa bir yürüyüşle Mühlenstrasse'ye ulaştım. Burada dünyanın en önemli ve büyük açık hava sanat galerilerinden biri olan East Side Gallery başlıyor!

East Side Gallery; bir zamanlar Berlin Duvarı'nın (Berliner Mauer) 
bir parçasıydı, şimdi dünyanın en uzun açık hava galerisi.

East Side Gallery (Doğu Yakası Galerisi); Berlin Duvarı'nın hâlâ yaşayan ve üzerinde birbirinden güzel resim ve grafitilerin olduğu, yaklaşık 1.3 km'lik bölüm. Kısaca, bir tür uluslararası özgürlük anıtı!

Galeri, Berlin Duvarı'nın 9 Kasım 1989'da yıkılmasından sonra, iki Alman sanat derneğinin, des Verbandes Bildender Künstler der DDR (VBK) ve des Bundesverbandes Bildender Künstlerinnen und Künstler (BBK) birleşmesi ile oluşturulmuş. Galeri, duvarın doğu yakasına dünyanın farklı ülkelerinden ressamların yaptığı 105 resim ile 28 Eylül 1990'da açılmış.


Dünyadaki en büyük ve en uzun süre ziyarete açık kalan açık hava galerilerinden biri olan Doğu Yakası Galerisi'ndeki resimler,
değişim zamanının geldiğini ve tüm dünyada daha iyi ve daha özgür
bir gelecek umudunu vurgulamaktadır.

Sol baştaki fotoğrafta hangisi olmak isterdiniz?
Duvarı aşmak üzere olan mı, duvarı aşmak üzere olana yardım eden mi!

Açılışı yapıldıktan sonra resimlerin üçte ikisi insanların yaptığı tahribat nedeniyle zarar görmüş. Kalan üçte biri ise 2000 yılından itibaren, bir sivil toplum kuruluş tarafından onarılmış. Bu onarım zaman zaman tekrarlanmaktadır. Resimleri korumak amacıyla bir dönem duvar boyunca tel örgü paravan yapılmış. Ben gittiğimde resimler büyük oranda temizdi ve resimleri izlemeyi engelleyecek herhangi bir engel yoktu.


Duvardaki resimlerle ilgili ilk geniş çaplı restorasyona 2009 yılında başlanmış. Bu restorasyon sırasında, galeri ilk açıldığında resim yapmış olan ressamlardan sekizi aynı resimleri yapmayı reddetmiş.
Kendilerinden izin alınmadan resimlerin kopyaları yapılınca da,
bunun telif hakkı ihlali olduğunu iddia ederek dava açmışlar.

Sol baştaki fotoğrafımın resim hali duvarda fena durmaz diye düşünüyorum!

Duvarın (batı yakasına bakan) diğer tarafı boydan boya beyaza boyandıktan sonra, içindeki çoşkuyu ve yaratıcılığı dışa vurmak isteyenlere ayrılmış.

Duvarın batı yakasına, içimdeki coşkuyu ben de yansıttım (sol baştaki fotoğraf). Beni en çok etkileyen resimlerden biri (ortadaki fotoğraf).
Ve duvardaki en ünlü, hemen herkesin önünde anı fotoğrafı çektirdiği resim (sağ baştaki fotoğraf). Bu resimde, 1964-1982 yılları arasında Sovyetler Birliği'ni (SSCB) yöneten lider Leonid Brejnev (soldaki) ile 1971-1989 yılları arasında eski Demokratik Alman Cumhuriyeti'ni (DDR) yöneten lider Erich Honecker (sağdaki) komünistlere özgü şekilde birbirlerini kutluyorlar. Resme esin kaynağı olan an şurada! Resmin altında Rusça ve Almanca dillerinde şöyle yazıyor: "Tanrım, bana bu ölümcül aşktan sağ çıkmam için yardım et."

East Side Gallery'nin Oberbaumbrücke'ye (Oberbaum Köprüsü) yakın kısmında küçük bir hediyelik eşya dükkânı var. Burada pasaportunuza, bölünmüş Almanya yıllarında Berlin'in doğusu ile batısı arasındaki geçişlerde kullanılmış olan mühürlerin kopyalarından bastırabiliyorsunuz. Ücreti 1€. 

East Side Gallery, Berlin'de görülmesi gereken yerlerden biri!

East Side Gallery'de duvar boyunca yürürken, biraz ileride, Spree nehri üzerinde görülen köprü, özellikle rengi ve genel görüntüsü ile dikkat çekiyor. Mühlenstrasse'nin Bundesstrasse ile kesiştiği yerdeki Oberbaumbrücke (Oberbaum Köprüsü) ile ilgili bazı bilgileri ve fotoğraflarımı Berlin'de Tekne Turu başlıklı yazımda paylaşmıştım. Oradaki bilgileri aynen kullanıp, köprü ile ilgili farklı fotoğraflarımı paylaşmak istiyorum.

Oberbaumbrücke köprüsü Berlin'in simgelerinden biri.
İki katlı köprüden hem U1 metrosu hem de karayolu araçları geçiş yapıyor.

Köprü ilk olarak 1732'de ağaç kullanılarak inşa edilmiş. Ağaç köprü 1879'da büyük çapta restore edilmiş. Son olarak 1896'da, tuğladan ve Gotik tarzda yapılan köprü hizmete girmiş. Bölünmüş Almanya yıllarında köprünün (yukarıdaki fotoğraflara bakış yönünüze göre) sol tarafındaki kıyıdan
(Mühlenstrasse üzerinden) Berlin duvarı geçiyormuş. 

Oberbaumbrücke'den detaylar.

Friedrichshain ve Kreuzberg semtlerini birbirine bağlayan Oberbaumbrücke köprüsü yaya trafiğine de açık. Koş Lola Koş (Run Lola Run) adlı filmin bir sahnesinde Lola (Franka Potente) kemerli bölümde koşturuyor.

Oberbaumbrücke üzerinde sırtınızı East Side Gallery'ye vererek Spree nehrini seyrederseniz iki şey dikkatinizi çekiyor. Biri (soldaki fotoğrafta) Hotel nkow Berlin'in ilginç mimarisi (ileriye doğru uzanan kısmın tam uç noktasında uyuyabilir misiniz!), diğeri de Amerikalı sanatçı Jonathan Borofsky tarafından alüminyumdan yapılmış "Molecole Man" (Molekül Adam) adlı heykel. Heykel Mayıs 1999'da buraya koyulmuş. Birbirine yaslanmış ve bedenleri deliklerle dolu olan üç insandan oluşan heykeldeki delikler, insanı oluşturan molekülleri temsil ediyormuş. Üç insan ile de üç eski bağımsız Berlin bölgesi (FriedrichshainKreuzberg and Treptow) temsil edilmiş.
Yaklaşık 45 ton ağırlığındaki ve 30 metre yüksekliğindeki heykel, adı geçen bölgelerin ve doğu ile batı Berlin'in tam ortasında yer alması ile
birleşik Berlin'in önemli bir simgesi olarak kabul ediliyor.

Bölge 4; Gendarmenmarkt, Checkpoint Charlie ve Potsdamer Platz.

Şimdi size anlatacağım yerleri ben yarım günde gezdim. Sabah Spree nehrinde nefis bir tekne turuna katıldım, öğleden sonra da sırası ile Gendarmenmarkt (Jandarma Meydanı), Checkpoint Charlie (Charlie Kontrol Noktası) ve Potsdamer Platz(Potsdamer Meydanı) gezdim. Birbirine yakın olan bu yerlere yaklaşık 3 km'lik bir yürüyüşle ulaşabilirsiniz. Başlangıç noktası olarak U6 metrosunun Stadtmitte istasyonu doğru tercih olacaktır. Checkpoint Charlie'den Potsdamer Platz'a giderken Terörün Topografyası (Topography of Terror) adlı müzeye de uğradım. Berlin Müzeleri yazımda detaylı olarak söz ettiğim bu müzeyi Berlin'e giden herkes görmeli!

Gendarmenmarkt; Opera Binası, Alman Katedrali ve Fransız Katedrali olmak üzere üç anıtsal yapının yer aldığı, tarihi 17. yy.'a kadar uzanan büyük bir meydandır. Etrafındaki restoranlar, kafeler ve hediyelik eşya dükkânları ile meydanda sürekli bir hareketlilik var.

Unter Den Linden'e 5 dakikalık yürüme mesafesinde bulunan Gendarmenmarkt Meydanı, Berlin'in önemli buluşma noktalarından biri.

Meydan ilk olarak 17. yy.'ın sonlarında Linden-Markt adıyla oluşturulmuş.  Gendarmenmarkt adı, 1773 yılına kadar meydanda görevli olan
"Gens d'Armes" birliğindeki atlı süvarilerden gelmektedir.

Der Deutscher Dom (Alman Katedrali ). 
Gendarmenmarkt'ın güneyinde (konser salonu binasına sırtınızı döndüğünüzde sağınızda) yer almaktadır. Martin Grünberg tarafından beşgen olarak tasarlanan yapı, 1708 yılında Giovanni Simonetti tarafından inşa edilmiştir. Carl von Gontard tarafından da 1785 yılında kulesi inşa edilmiştir. Katedral, II. Dünya Savaşı sonlarında (1945 yılında) çıkan yangınla tamamen yıkılmıştır ve 1982-1996 yılları arasında yeniden yapılmıştır.

Konser salonu binasının merdivenlerinden meydanın görüntüsü.

Meydanın ortasında bulunan Konser Salonu (Konzerthaus) üstteki fotoğrafta sağda, alttaki fotoğrafta solda görülüyor. Üstteki fotoğrafta solda görülen Alman Katedrali (Deutscher Dom), alttaki fotoğrafta sağda görülen ise
Fransız Katedrali (
Französischer Dom).

Tarihsel sıralamada meydandaki en son inşa edilen yapı Berlin Konser Salonu'dur (Konzerthaus). Aynı yerde bulunan ve 1817 yılındaki yangınla yok olan Ulusal Tiyatro'nun yerine, Mimar Karl Friedrich Schinkel tarafından 1821 yılında Schauspielhaus (tiyatro) olarak inşa edilmiştir. Eski binadan kalan bazı parçalar yenisi inşa edilirken kullanılmış. Meydandaki diğer yapılar gibi II. Dünya Savaşı sırasında hasar görmüş ve 1984 yılında tamamlanan restorasyon sonrasında konser salonu haline getirilerek tekrar kullanıma açılmıştır.

Meydanın tam ortasında, Konzerthaus'un önünde, 
şair Friedrich Schiller'in heykeli var.

Der Französischer Dom (Fransız Katedrali).

Gendarmenmarkt'ın kuzeyinde (konser salonu binasına sırtınızı 

döndüğünüzde solunuzda) yer almaktadır. Meydandaki iki katedralden 

eski olanıdır ve 1701-1705 yılları arasında (Fransa'dan Almanya'ya göçen 

ve bölgeye yerleşen) Fransız Protestan cemaati tarafından inşa edilmiştir. 

Gendarmenmarkt'ın 750 m uzağında, bölünmüş Almanya yıllarında Batı ve Doğu Berlin arasındaki en önemli geçiş noktası olan Checkpoint Charlie (Charlie Kontrol Noktası) var. Bu geçiş kapısı sadece müttefik askerleri ve büyükelçiler ile bu kişilerin aileleri, yabancılar, Federal (Batı) Almanya'nın Demokratik (Doğu) Almanya'daki temsilcileri ile çalışanları ve Demokratik Alman üst düzey yöneticileri tarafından kullanılabiliyordu.


Checkpoint Charlie (Charlie Kontrol Noktası), 1960 - 1990 yılları arasında Batı ve Doğu Berlin arasındaki geçiş noktalarından biriydi.


II. Dünya Savaşı'nın ardından yaşanan soğuk savaş yıllarında, 27 Ekim 1961'de, Sovyetler Birliği (SSCB) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) asker ve panzerleri bu noktada karşı karşıya gelmiş ve tam 16 saat boyunca tek bir kurşun atmadan karşılıklı beklemişler. O tarihte atılacak ilk kurşunun III. Dünya Savaşı'nın başlamasına sebep olacağı düşünülmektedir. Söz konusu gerginlik, zamanın ABD Başkanı J. F. Kennedy'nin SSCB Başkanı Kuruşçev ile yaptığı görüşmeler sonucunda giderilmiş.

Günümüzde Berlin'in en çok turist çeken yerlerinden biri olan Checkpoint Charlie'de (konumun dışında) hiçbir şey orijinal değil! Çakma ABD kontrol kulübesi önünde bekleyen çakma askerle anı fotoğrafı çektirmenin ücreti 3€!

Checkpoint Charlie kontrol noktasından sadece 400 m uzakta (yukarıda bahsettiğim) Terörün Topoğrafyası adlı müze var. Bu müzeyi bir defa daha hatırlatıp, müzeden itibaren yürümeye devam edince yaklaşık 1 km sonra, gerek hareketliliği, gerekse etkileyici mimari özellikteki binalarıyla Potsdamer Platz var. 

Potsdamer Platz; tipik olarak Berlin'in bir parçası ama bir o kadar da farklı!

Potsdamer PlatzBerlin'de bulunan kent meydanlarından biridir. Meydan, Brandenburg Kapısı ile Reichstag'ın 1 km güneyinde ve Tiergarten Parkı'nın hemen yakınında yer almakta olup adını Potsdam şehrinden almaktadır. Potsdamer Platz, Almanya'nın yeniden birleşmesinden bu yana çok sayıda kentsel dönüşüm projesinin merkezi olmuştur. Bunu çevredeki estetik ve mimari olarak güçlü yapılardan hissediyorsunuz. Meydanda ne var ne yok, şurada!

Özellikle 1987 yılından sonra yapılan kentsel dönüşüm çalışmaları sonrasında, boş bir araziden, günümüzde Berlin'in kalbinde yer alan
bir alışveriş ve eğlence merkezi yaratılmış.


Potsdamer Platz'da yer alan en popüler yer Sony Merkezi (Sony Center). Merkez 2000 yılında Sony firmasının sponsorluğunda yapılmış. Uzaktan bile dikkat çeken etkileyici mimarisi ile Berlin'deki önemli turistik yerlerden biri olan merkezdeki yedi binada sinema, müze, restoranlar, kafeler, ofisler ve daireler var. Bu binaların tepesinde ise şimdiye kadar gördüğüm en ilginç çatı var. Tabii ki Sony'nin Avrupa'daki merkezi de burada.

Günlük ortalama 23.000 ziyaretçi ağırlayan merkezde insanlar çalışıyor, yaşıyor
ve keyifli vakit geçiriyor. Merkez turistler için de önemli bir ziyaret yeri.

Sony Center, Potsdamer Platz'daki yeniden yapılanma projesinin bir parçası olarak inşa edilmiş. Bu etkileyici yapının mimarları Helmut Jahn ve Peter Walker, toplam maliyet ise 750.000.000 €. Sony Center, açıldığından bu yana sadece güvenilir ve keyifli bir buluşma yeri olarak değil, aynı zamanda kamusal ve uluslararası etkinlikler için önemli bir mekân olmuş. Açık hava etkinlikleri ve firmaların ürün tanıtımları için de uygun alanlar var.


Muhteşem bir mühendislik eseri olan çatı konstrüksiyonunu merkezdeki binaların üzerinde duruyor. Merkeze ilk defa girenlerin hayranlıkla uzun uzun seyrettikleri çatı, çelik halkalar ve bağlantı çubukları ile sabitlenmiş. Tabandan üst noktaya olan uzaklık 103 m.
Sony Center mimarisi ile ilgili nefis bir yazı burada!

Şuradaki merkeze U2 metrosunu veya banliyö treni S-Banh'ı (S1, S2 ve S25) kullanarak ulaşabilirsiniz. Her iki seçenek için inilmesi gereken istasyon aynı; Potsdamer Platz. Bir başka ulaşım seçeneği ise 200, M48 veya M85 otobüslerini kullanmak.

Berlin günlerimden birinin son durağı olarak gittiğim Sony Center'da, Lindenbräu adlı restoranda akşam yemeği yedim ve hayatımda ilk defa (çevredeki Almanlar gibi davranarak) 1L'lik kupa ile bira içtim. 1L Bira (Mass Weissbier) 8.10 V; tadını asla unutamayacağım fırında sebzeli tavuk (Hähnchengröst) 14.40 €. Berlin'e giderseniz mutlaka uğrayın ve tadın!


Berlin seyahtimle ilgili hazırladığım gezi rehberinin son bölümü başlıyor ve sırada Alexanderplatz var! Yazımın buraya kadar olan bölümünde size, Berlin'in önemli meydanlarından Potsdamer Platz ve Gendermanmarkt meydanları hakkında bilgi verdim. En az bu iki meydan kadar önemli ve popüler olan Alexanderplatz (Berlinliler Alex olarak adlandırıyor), Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonraki yıllarda geçirdiği restorasyonlarla âdeta küllerinden yeniden doğmuş.

Alexanderplatz meydanındaki gezip gördüğüm yerler.
Meydana ulaşım için banliyö treni (S-Bahn; S3, 5, 7, 9),
metro (U-Bahn; U2, 5, 8) ve tramvayı (M2, M13) kullanabilirsiniz.

Berliner Fernsehturm (Berlin Televizyon Kulesi)
Meydandaki en ünlü yerden başlıyorum; Berlin Televizyon Kulesi (Fernsehturm). Doğu Almanya tarafından (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) 1965-1969 yılları arasında inşa edilen ve 3 Ekim 1969 tarihinde açılışı yapılan kule, 368 metre uzunluğu ile günümüzde Almanya'daki en uzun yapı olma özelliğine sahiptir. Çevredeki semtlerin tamamından ve bazı banliyölerden bile rahatlıkla görülebilen kule Berlin'in önde gelen sembollerinden biri durumundadır. Orijinal halinin uzunluğu 365 metre olan kuleye sonraki yıllarda eklenen anten kısmı ile uzunluk 368 metre olmuş. 

Alexanderplatz meydanındaki televizyon kulesine (Berliner Fernsehturm) çıkmak isteyenler için farklı bilet seçenekleri var. Sadece yukarıdan manzarayı izlemek isteyenler ve manzarayı izlerken bir şeyler yemek içmek isteyenler için bilet fiyatları farklı. Sadece manzara izlemek isteyenler uzun bir bilet ve sonrasında asansör sırası beklemek zorunda kalırken, restoran kısmı için bilet alanlar rezervasyon saatinde kuleye gittiklerinde beklemeden yukarı çıkabiliyorlar. Bileti, asansörü, çıkması,inmesi derken epey zaman harcamam gerekeceği için ben kuleye çıkmadım.

Avrupa'daki en yüksek 4. desteksiz yapı olan Berliner Fernsehturm'un üst bölümündeki kürenin içinde ziyaretçi alanı ve dönen platformda restoran bulunmaktadır. Ziyaretçi alanı yerden yaklaşık 204 metre yüksekliktedir ve 
havanın açık olduğu günlerde görüş mesafesi yaklaşık 40 kilometre olmaktadır. Döner platform üzerinde bulunan ve 30 dakikada bir tam tur atan restoran, ziyaretçi alanından birkaç metre yüksektedir. Gövde içindeki iki asansör, ziyaretçileri küre kısmına 40 saniyede çıkarmaktadır. 


Weltzeituhr/World Time Clock (Dünya Saati)
Alexanderplatz öyle bir meydan ki, çok sayıda buluşma noktasını barındırıyor. Bunlardan biri olan Dünya Saati (Weltzeituhr) Doğu Almanya tarafından 1969 yılında yapılmış ve o zamandan bu yana özellikle turistler için önemli bir ziyaret ve buluşma noktası olmuş.

Alexanderplatz meydanındaki kent simgelerinden biri;
Dünya Saati (Weltzeituhr). 

Alman tasarımcı Erich John tarafından tasarlanan dünya saati, bir rüzgâr gülünün ortasına dikilmiş kolondan oluşuyor. Kolonun üstünde yirmi dört yüzeyin olduğu bir silindir yer alıyor. Her yüzey bir zaman dilimini temsil ediyor ve dünyanın farklı yerlerindeki kentlerden o saat diliminde yer alanlardan bazılarının isimleri yazıyor. Saatin en üst kısmında ise güneş sisteminin basitleştirilmiş bir modeli var.



Rotes Rathaus/Red Town Hall (Belediye Binası)
Alexanderplatz'da kırmızı renkli tuğlaları ile dikkati çeken bina Berlin'in yerel yönetim merkezi olan Belediye Binası (Rotes Rathaus). Binada, Berlin'i ziyaret eden yabancı devlet konukları için resmî davetler de veriliyor. Edindiğim bilgiye göre (saymadım!), Belediye Binası'nın toplam 247 odası varmış!

Bayrak direği ile birlikte 94 metre yüksekliğinde bir de kulesi olan ve 1861-1867 yılları arasında yapılmış olan binanın içinde, tabancı devlet konukları tarafından Berlin Belediye Başkanı'na hediye edilmiş eşyalar ve bir müze salonundan farkı olmayan alanda çok sayıda heykel sergileniyor. II. Dünya Savaşı sırasında ağır hasar gören yapı, 1951-1958 yılları arasında yeniden yapılmış ve Doğu Berlin Belediye Binası olarak kullanılmaya başlanmış.

Alexanderplatz'ın güneydoğu tarafında yer alan bina 1991 yılında, yeniden birleşen Berlin şehri için resmi belediye binası olmuş. Binada 2005-2010 yılları arasında kapsamlı bir tadilat yapılmış. Alexanderplatz'da gezerken mutlaka uğrayın, giriş serbest ve yaşamında gördüğüm en temiz tuvaletlerden biri burada, üstelik ücretsiz!

Kırmızı tuğladan yapılmış olan Berlin Belediye Binası (Rotes Rathasus) Kızıl Belediye Binası (Red Town Hall) olarak anılıyor (sol baştaki fotoğraf). Rusya Devlet Başkanı Putin'in Berlin Belediye Başkanı'na hediye ettiği saat binada sergilenenler arasında. Çok sayıda heykelin sergilendiği büyük salon görülmeye değer güzellikte. Salonun buzlu camlarının ardındaki Marienkirche (Meryem Ana Kilisesi)'nin silueti tablo gibi görünüyordu (sağ baştaki fotoğraf).


❃Marienkirche (Meryem Ana Kilisesi)
Meydanda ilgimi çeken yerlerden biri de, bir Protestan kilisesi olan Meryem Ana Kilisesi (Marienkirche) oldu.

Meryem Ana Kilisesi (Marienkirche) ile Belediye Binası (Rotes Rathaus) arasında Neptün Çeşmesi (Neptunbrunnen) yer alıyor.

Alexanderplatz'ın hemen yanında, Karl-Liebknecht-Straße (caddesi) üzerinde yer alan Gotik tarzdaki kilisenin yapıldığı tarih tam olarak bilinmemekle birlikte, Alman kayıtlarında kilisenin adına ilk olarak 1292 yılında rastlanmaktadır. Bu nedenle 13. yy.'ın başlarında yapıldığı düşünülmektedir.


Meryem Ana Kilisesi (Marienkirche)'nin içi bir müze gibi!


❃Neptunbrunnen (Neptün Çeşmesi)

Sanırım özellikle Avrupa'da, Roma mitolojisindeki su ve deniz tanrısı Neptün'ün adına yapılmış çok sayıda Neptün Çeşmesi var. Kasım 2011'de Viyana'daki muhteşem saray Schönbrunn'un aynı muhteşemlikteki bahçesinde bir Neptunbrunnen görmüştüm. İkincisini Berlin'de gördüm, bence Viyana'daki daha güzel.

Alexanderplatz'daki Neptün Çeşmesi (Neptunbrunnen), bronz heykellerle süslenmiş Neo-Barok tarzında bir çeşme. Alman heykeltıraş Reinhold Begas tarafından 1886-1891 yılları arasında  yapılmış.

Çeşme orijinal olarak eski kent sarayının olduğu yerde kurulmuş ve 1969 yılında bugünkü yerine taşınmış. Çeşmenin merkezinde yer alan dört kadın figürü, Prusya'nın en önemli nehirlerini (Ren, Elbe, Oder ve Vistula) sembolize ediyor. Tam tepedeki Neptün ise bu nehirlerin olduğu büyük havzayı izliyor. 

Alexanderplatz'dan dört fotoğraf!
Ayaklı büfede sosisli sandviç hizmeti.
Emanet dolapları.
Mağaza gezmek isteyenler için Galeria Kaufhof.
Meydanın Spree nehrine yakın bölümünde yer alan Marx ve Engels heykeli.


Benim için çok değerli ve güzel bir Berlin anısı; İrem Sude!

Berlin'deki (dönüşten önceki) son günümde Alexanderplatz'da geziyorum, fotoğraf çekiyorum. Baktım, çevremde bir grup çocuk oradan oraya koşturuyor. Ellerinde kağıt kalem, insanlara gidip bir şeyler konuşuyorlar ve birbirlerine Türkçe adlarla seslenip, aralarında Türkçe konuşuyorlar. Ben yurt dışı seyahatlerimde, yaşadığım ortamdan tamamen uzak kalmak isterim, sınırlı süre olsa da, olabildiğince başka bir dünyada yaşamayı yeğlerim. Bu nedenle gezerken bir yerde Türk görürsem hiç çaktırmam, "ne haber hemşehrim!" demem. Neyse, bir anda baktım bir güzel kız çocuğu tam yanımda belirdi ve bana Almanca bir şeyler söyledi (Berlin seyahatim sırasında sıklıkla bir Almana benzetildim!). Sese doğru yöneldim, bu güzel kızın göz hizasına gelecek kadar eğildim, güneş gözlüğümü çıkardım ve İngilizce "sen Türk müsün?" dedim. Çocuk şöyle bir şaşırdı, ben Türkçe olarak devam ettim; "ben Türküm, Ankara'dan Berlin'e gezmeye geldim, adım Sümer, senin adını öğrenebilir miyim?" 

Ayrılırken sana söylediğim gibi İrem Sude;
hayat yolun hep açık ve o güzel yüzün gibi aydınlık olsun!
     
İrem Sude ile böyle tanıştık. İnsan hakları, ebeveyn-çocuk ilişkisi, özgürlük ve din konulu bir anket yapıyorlarmış. Elindeki kâğıtta üç dilde (Almanca, İngilizce ve Türkçe) yazılı olan soruları sordu, ben de uzattığı ve o an kayıt cihazı olarak kullandığı cep telefonuna cevaplarımı söyledim. Sonra da kendisinden bir hatıra fotoğrafı çektirmek için izin istedim. İrem Sude'den izin aldıktan sonra birkaç metre ileride oturan öğretmenlerinden de izin aldım ve yaşamımın geride kalan kısmında benim için çok değerli olan bir ânın fotoğrafını çektirdik. 


Tur otobüsleri, Ampelmann ve Berlin Ayısı!

Şimdi size, Berlin'de gezerken sıklıkla karşıma çıkan üç simgeden söz etmek istiyorum; tur otobüsleri, Ampelmann ve Berlin Ayısı.

Berlin'i yürüyerek değil de bir tur otobüsünden görmek isteyenler için
çok sayıda seçenek var. Caddelerde sık sık farklı tur firmalarının
otobüsleri görülüyor.

Berlin'de trafik ışıkları ilk defa 1950'li yıllarda kullanılmaya başlanmış. Trafik ışıklarında araçlar, yayalar ve bisikletliler için aynı sembol kullanılıyormuş. Bu durum trafik akışında kargaşaya neden olup, özellikle yayaların güvenliğini tehlikeye sokunca, kentin doğu kısmında, Doğu Almanya Ulaştırma Bakanlığı tarafından çözüm yolları aranırken, 1961 yılında bir trafik psikologu olan Karl Peglau tarafından "Ampelmännchen" (ampel: trafik ışığı; männchen: erkek, cüce adam) simgesi tasarlanmış. O zaman dünyada türünün tek örneği olan Ampelmann (trafik ışığı adam), yıllardır Berlin kentinin sembollerinden biri durumunda.

Ampelmann/Ampelmännchen.
Sembolün yaratıcısı 
Karl Peglau (sağ üst köşede)
ve tasarımı yaparken çizdiği taslaklardan biri (sol alt köşede).


Kısaca ifade etmek gerekirse Ampelmann/Ampelmännchen; Demokratik Almanya'da yaya geçitlerindeki trafik ışıklarında kullanılan sembolik insan figürüdür. Almanya'nın yeniden birleştiği 1990 yılına kadar, iki Alman devleti farklı trafik sembolleri kullanıyormuş. Sembolün tasarımcısı Karl Peglau 30 yıl boyunca Doğu Alman ulaştırma sisteminde yönetici psikolog olarak görev yapmış.


Ampelmännchen olur da, Ampelfrau olmaz mı!

Zaman içinde sembolün kadın versiyonu da oluşturulmuşsa da, Ampelfrau adı verilen sembol hiçbir zaman Ampelmann kadar popüler olamamış. 

İki Almanya'nın birleşmesinden sonra Ampelmann sembolü Doğu Berlin'deki trafik ışıklarından kaldırılmış ve yerine bilinen insan sembolü kullanılmaya başlanmış. Halkın buna karşı verdiği tepki ve Ampelmann sembolünün yeniden kullanılması yönünde yapılan sivil toplum eylemleri sonunda galip çıkan Ampelmann olmuş.


Berlin'de gezerken sık sık Ampelmann ile karşılaştım!

Ampelmann günümüzde hem Berlin'in önemli sembollerinden biri hem de turistler için önde gelen anı malzemelerindeki sembol olmuş. Öyle ki, kentte yer alan Ampelmann satış noktalarında, aklınıza gelebilecek her üründe bu ünlü sembolün kullanıldığını görmek mümkün.

Kurfürstendamm 20 numarada hem kahve molası verebilir,
hem de Ampelmann simgeli ürünlerden alabilirsiniz.


Berlin'in simgelerinden biri olan ve şehrin farklı yerlerinde gezerken sık sık karşıma çıkan Berlin Ayısı'ndan (Berliner Bär) söz etmeden Berlin Gezi Rehberi olmaz! 

Berlin eyaletinin sembolü olan Berlin Ayısı'nın (Berliner Bär) yıllar
içindeki değişimi (solda) ve 1911 yılından beri Berlin Ayısı
sembolünün kullanıldığı eyalet bayrağı (sağda).

Berlin Ayısı'na tarihi kayıtlarda ilk defa 1280 yılına ait belgelerde ve mühürlerde rastlanmış. Kaynağı, nerede, nasıl doğduğu ve kentin sembolü olduğu kesin olarak belli değil, farklı hikâyeler var. Şehrin ilk adının Almancada ayı sözcüğü olan Bär'dan türeyerek Bärlein olduğu bunlardan biri. 

Berlin Ayısı (Berliner Bär); Berlin'in kimliği ve şehrin her yerinde var!


Berlin sokaklarından objektifime takılanlar...


Berlin Gezi Rehberi yazımın son bölümünde, Berlin sokaklarında gezerken gördüklerimden birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.


Currywurst, Berlin'de yaygın olarak tüketilen kızarmış sosisin adı.
Sağ baştaki fotoğrafta Berlin denildiğinde akla ilk gelenlerden ikisi bir arada!

Berlin sokaklarında Portekiz'e ait bir simgeyi (fado) görmek beni mutlu etti!

Gezerken (sağ baştaki fotoğraftaki gibi) araba camlarına da bakın!

Berlin Duvarları!

Detaylar...

Bir ara gezi planımı katladım, sırt çantama attım ve sokaklarda kayboldum!

You're welcome cafe Große Hamburger Str. 16'da. Görüntüsü yeter!

Berlin sokaklarında her türden, her ülkeden insan var!

Berlin molalarım...

Yazı bitmek üzere. Şimdiye kadar daha çok, gezip gördüğüm yerleri anlattım. Şimdi, büyük bir keyifle mola verdiğim birkaç yerden söz etmek istiyorum.


Berlin'in pek çok yerinde şubesi bulunan REWE hem içerdiği seçenekler
hem de ekonomik fiyatları ile turist kurtaran türden bir market.
Hediyelik içki/çikolata için de iyi bir seçenek.
Club-Mate bir tür kafeinli çay. Şişeyi açıp, biraz içtikten sonra içine votka
türü alkollü içki katarak içenler var. Ben sade denedim, beğenmedim.

Wrap Me; Google'daki yorum sayısına bakmayın siz, konumu çok iyi,
tam Spree nehrinin kenarında, karşınızda Berliner Dom (Berlin Katedrali). Servis personeli güler yüzlü ve hızlı. Lezzet 10 puan!
Currywurst 7.40, pommes (patates) 2.40, Warsteiner 0.5L; toplam 14,70€.

Brauhaus-Georgbraeu; Doğu Berlin'in eski mahallelerinden birinde, yine Spree kıyısında güzel bir konumda. Gidin bir masaya oturun, siparişinizi verin, hele akşam saatlerinde gitmişseniz, iş çıkışında uğramış, sohbet ederek yemek yiyen Almanlara karışın. Dunkel 0.4L 3.90, rindergoulasch 13.90 (nefis bir gulaş yemeğiydi), brötchen 0.60 (ekmek banmadan yapamam); toplam 18.40€.

Samowar; yolunuz Charlottenburg Sarayı'nın olduğu bölgeye düşerse mutlaka uğrayın. Rus mutfağından örnekler vardı ama ben burada (iki defa gittim, ikisinde de) bildiğim tanıdığım tavuk ızgaradan  şaşmadım. Çorbası da güzeldi.

Schneider Weisse 3.80, champignoncremesu (kremalı mantar çorbası) 4.80,
schaschlik hähnchen (tavuk şiş) 16.50; toplam 25.10€.

Lemke; Charlottenburg Sarayı'na iki adım uzaklıkta.

Almanlar işi biliyor!
Sekiz gün, yedi bira; nerede/hangi gün atlamışım acaba!

Berlin seyahati öncesinde kitap okuma önerileri!

Ben Berlin seyahatime hazırlanırken bu kitapları okudum.
Özellikle Demir Özlü'nün kitapları; mutlaka!

Geride kalan günlerimden sekizini Berlin'de yaşadığım için mutluyum!


Muhteşem bir Berlin videosu şurada!


Sümer Özvatan
Ekim 2018 



Roma Gezi Yazısı