30 Aralık 2017 Cumartesi

Amsterdam Sokakları

Yazı içindeki tüm fotoğrafları, üstlerine tıklayarak büyük boyutlu olarak görebilirsiniz!

Merhaba!

Nisan 2017'de Amsterdam'a yaptığım seyahatimle ilgili diğer yazılarıma aşağıdaki yazı başlıklarını tıklayarak ulaşabilirsiniz!

Amsterdam'ın karaağaçları 
Amsterdam  
Amsterdam Müzeleri 


Sırada Amsterdam sokaklarında gezerken gördüklerim var. 


Bol fotoğraflı yazı başlıyor!

KANALLAR, KÖPRÜLER...



Bir gezgin Amsterdam sokaklarında gezerken, en çok ne görür? Evet, birbirine yüzlerce köprü ile bağlanmış, toplam uzunluğu 100 km'yi aşan, onlarca kanal (tam 165 tane!) görür. 

Şehirde bu kadar çok kanal olunca doğal olarak Amsterdam, yaklaşık 2500 köprü ile dünyanın en çok köprüye sahip olan kenti durumundadır ve bunlardan 500'e yakını kent merkezindedir. Her ne kadar Venedik köprüler ve kanallar kenti olarak bilinse de, Venedik kent merkezindeki köprü sayısı 400'dür! Yani, Amsterdam için kullanılan "Kuzeyin Venedik'i" ifadesi ile bu güzel kente haksızlık mı yapılıyor dersiniz! 

Bol fotoğraflı bu yazıya Amsterdam'da çektiğim kanal fotoğrafları ile başlamak için yaptığım girizgâhın ardından fotoğraflar ve fotoğraf altı yazıları ile devam ediyorum.

Köprü isimleri, birbirine benzeyen kanallar arasında gitmek istediğiniz yönü bulmanıza yardımcı oluyor. Singel kanalı (Singelgracht) üzerindeki Museumbrug'u geçtiğinizde
Rijks Müzesi'ne ulaşıyorsunuz.

Kanalların kenarlarındaki korkuluklar ile bisikletler çoğu yerde birbirine karışmış gibi.

Kanal çevrelerindeki bisiklet yolları sürekli bir hareketliliğe sahip.

Amsterdam kent merkezini çevreleyen kanal kemeri 17. yy'da yapılmış.
Kanalların çevresindeki karaağaçlar kanallara ayrı bir güzellik katıyor.

Kanal kıyılarının mimari süsleri Amsterdam evleri (solda);
Prinsen ve Lijnbaans kanalları arasında bağlantı kanalı olan,
benim en çok sevdiğim kanal Spiegelgracht (sağda).

Amsterdam denince aklıma ilk gelenler; kanallar, köprüler, bisikletler ve karaağaçlar!

Ortadaki fotoğrafta Oudeschans kanalının kenarında, Amsterdam'ın korunması amacıyla yapılmış ilk kulelerden biri olan Montelbaan (Montelbaanstoren) görünüyor.
Onun ilerisinde sağda, NEMO müzesinin uç kısmı
adeta kuleye doğru manevra yapmış bir gemiyi andırıyor.

Magerebrug üzerinden karşıda görünen Amstelsluizen, Amsterdam kanal halkasının
iki ana kanalı olan Prinsen ve Singel kanalları arasında kalan çukur bölgedir.
Kentin kuzeyindeki göllerden gelen sularla oluşan Amstel nehrinin önünde bulunan buradaki kapaklar sayesinde kanallara (denize açık olan IJ nehrinden gelen tuzlu suyun karışması engellenerek)Amstel nehrinin tatlı suyunun dolması sağlanır.  

Amsterdam kent merkezindeki kanal halkasını oluşturan kanallar
2010 yılında UNESCO dünya mirası listesine dâhil edilmiş.

Mavi Köprü (Blauwbrug) üzerinde sağdaki fotoğrafı çektikten sonra,
Amsterdam'da bir bisikletin zilini çaldım!

Sağdaki fotoğrafta gönüllü çocuklardan oluşan bir ekip kanallarda temizlik yapıyor. 

Solda "askıda bisiklet"; sağda ise Amsterdam'daki yaklaşık 3000 yüzer evden birkaçı.

Amsterdam'da yapılması gerekenlerden biri kanal turuna katılmak. Yürüyerek gezdiğiniz kanalları ve kanalların çevrelerindeki yaşamı farklı bir açıdan, suyun içinden görmek çok keyifli oluyor. Kanal turu için şehirde çok sayıda seçenek var. Ben Amsterdam Kart ile anlaşması olan Blue Boat firmasını tercih ettim. Bütün gün yürüyerek gezdiğim Amsterdam sokakları beni epey yormuştu. Akşam 75 dakikalık kanal turu keyfi müthiş iyi gelmişti. Amsterdam Kart ile ücretsiz olan turda Türkçe sesli rehber de var!

Amsterdam kanallarını yaşamanın en keyifli yolu; kanal turu!

AMSTERDAM MİMARİSİ...

Yukarıda bahsettiğim kanallarda inşa edilmiş tuğla cepheli, çoğunluğu dört katlı, birbirinden estetik binalar Amsterdam'a büyük bir görsel değer katıyor. Amsterdam mimarisi, kent kimliğinin ve karakterinin çok önemli bir parçası. Sokaklarda veya kanal kenarlarında yürürken, sanki bir sanat galerisinde sergilenen tablolara bakar gibi binalara baktım, durdum. Bazen durdum ve uzun uzun seyrettim bir binayı, bazen de bir binanın duvarına dokundum; muhteşem anlardı.

Üç yüz yılı aşan geçmişleri, yaşanmışlıkları, birbirinden güzel tuğla cepheleri,
estetik kepenkleri ile Amsterdam evlerinden bir görünüm.
Amsterdam, suyun üzerine adeta yoktan var edilmiş bir kent olduğundan ve binaların temelleri suya doyurulmuş kütüklerden oluştuğu için bazı binalarda zamanla
eğilme-bükülme gibi fiziki bozukluklar ortaya çıkmış. En sağdaki fotoğrafta, dar cephesi ile yan binalardan aldığı destekle yaşamaya devam eden bir ev görünüyor.

Temellerde kullanılan kütüklerin kalitesi, yan yana sıralanmış binalardan birinde
yapılan yenileme çalışması, kanallardaki su seviyelerinin düşmesi sonucunda açıkta
kalan temel kütüklerinin uçlarının zamanla çürümesi ve yapıya ilave kat eklenmesi
gibi nedenlerden dolayı bazı binalarda gözle görülür,
hatta insana hayret duygusu yaşatacak ölçüde eğilmeler oluşmuş.


Sol başta görünen Amsterdam'ın en eski evi (Het Houten Huis; Ahşap Ev) 1420 yılına tarihleniyor. Evin bulunduğu Begijnhof adlı avludaki diğer evler de birbirinden güzel.

Söz Begijnhof'a gelmişken burası ile ilgili bir parça bilgi vermek istiyorum. Begijnhof, Amsterdam'ın en güzel evlerinden bazılarına ve tabii ki en eski evine ev sahipliği yapan, huzurlu bir avlu. Kentin küçük ve keyifli meydanlarından biri olan Spui'ye birkaç adım mesafedeki avluya, tarihi bir kemerden oluşan kapıdan geçiş yapılıyor. İlk bakışta bulmanız zor olabilir, çevredeki insanların da çoğu burayı bilmiyor. Önceden hazırlık yapmış olursanız bulmakta zorluk yaşamazsınız. Amsterdam'da bence mutlaka gidilmesi, görülmesi gereken yerlerden biri.


Begijnhof'un girişi.

Amsterdam'ın en eski evi (Het Houten Huis; Ahşap Ev) ve avludan görünüm.

Çatılardaki uzantılara dikkat!
Ucunda bir kanca olan bu kısımlar binaların üst katları için eşya taşınması amacıyla kullanılıyor. Kancaya takılan bir makara yardımı ile eşyaların üst katlara kolaylıkla taşınması sağlanıyor. Bizim binalarımıza kıyasla epey dar olan, bu nedenle de
neredeyse bir insanın geçebileceği genişlikte kapıları olan binalardaki büyük eşya/malzeme taşınmasına böyle çare üretmişler.

Amsterdam sokaklarında gezerken binalardaki detayları ve pencerelerdeki
yansımaları kaçırmayın!

Amsterdam binaları; kentin içine serpilmiş birer tablo gibiler!

Rijks Müzesi'nin ana girişinin olduğu Stadhouderskade Caddesi'nde yürürken
soldan birinci ve ikinci fotoğraftaki güzel binaları görebilirsiniz.

Karaağaçların ardına saklanmış bir Amsterdam evi solda
ve birbirine omuz vererek zamana direnen binalar sağda.

Kent kimliği kolay oluşmuyor!
Amsterdam sokaklarındaki binalardan yeni olanları görünüm olarak eskilerden ayırmak çok zor. Yeni binaların estetik kaygılarla inşa edildiği ve böyle olunca kentin mimari dokusunun genel özelliğinin bozulmadığı görülüyor.


BİSİKLET DOSTU ŞEHİR...

Dünyanın bisiklet dostu şehirleri arasında her zaman ilk sıralarda yer alan Amsterdam (2015 yılı sıralamasında 2., 2017'de ise 3. sırada) toplam 767 km'lik özel bisiklet yollarına (Amsterdam Bicycle Network / Amsterdam Bisiklet Ağı) sahip. Bunun 275 km'si, iki yönlü (gidiş ve geliş) bisiklet yolu. Kentte 216000 otomobil varken, bisiklet sayısı yaklaşık 900000 (kentte yaşayan nüfustan daha çok)! 


Amsterdam Centraal (Merkez Tren İstasyonu) gibi şehrin merkezi yerlerinde binlerce
bisikletin park edilebileceği, bazısı çok katlı bisiklet park alanları var.
Bununla birlikte özellikle kanal kenarlarındaki korkuluklar sıklıkla bisikleti bağlayıp
park etmek için Amsterdam'da yaşayanlar tarafından kullanılıyor.

Hollanda'da üretilen bisikletler onlarca yıl kullanılabilecek kadar sağlam oluyor
ve bisikletlerde genellikle geri pedal fren sistemi kullanılıyor.

Kar yağdığında kara yollarından önce bisiklet yollarında kar temizliği
yapılan Amsterdam'da, metro ve tren istasyonlarına iniş ve çıkışlarda
bisikletlerin kolaylıkla taşınabilmesi için  merdiven kenarlarında bisiklet
tekerlekleri için kanallar var (sağdaki fotoğraf).

Amsterdam'da doğan çocuklar henüz yürümeye başlamadan önce ebeveynlerinin bisikletlerinin pusetlerinde bisikletli yaşamla tanışıyorlar. Bazı bisikletlerde birden fazla çocuk taşıyabilecek şekilde oturma yerleri gördüğünüzde şaşırmayın! Çocuklar büyüdükçe kendi bisikletlerini kullanmaya başlıyor. Otomobil kullanma ehliyeti almak için yasal yaş sınırı 18 olunca, bisiklet 18 yaşından küçük gençler için bir anlamda trafik içinde özgürlük anlamına geliyor. 

Amsterdam'da gün içinde yapılan şehir içi yolculukların yaklaşık %70'i
bisikletlerle gerçekleştiriliyor ve ortalama olarak günde (toplam) 2000000 km
bisiklet yolculuğu yapılıyor.

Amsterdam'daki kanallardan her yıl 12000 ila 15000 arasında bisiklet belediye tarafından toplanıyor. Kanallardan toplanan bisikletlerin bir kısmı bakımdan
geçirilerek kullanılabilecek durumda olmasına rağmen, toplanan tüm bisikletler
hurda metal olarak değerlendiriliyor.

Amsterdam, yaşı 12'den büyük olanların yaklaşık %58'inin her gün bisiklet kullandığı bir kent. Amsterdam'da bisiklet kiralama şirketi sayısı 29, güvenlikli bisiklet garajı sayısı 25 ve bisiklet satışı yapan mağaza sayısı ise 140!


Bisiklet bir aksesuar veya statü sembolü olarak değerlendirilmemekte, yaşanan bisiklet
hırsızlıkları da dikkate alındığında (şehirde her yıl yaklaşık 100000 bisiklet çalınıyor),
gösterişten uzak ama sağlam bisikletler kentte yaşayanlar tarafından tercih edilmektedir.

Amsterdam'da gezerken dalgınlıkla bisiklet yolunda yürürseniz ya da bulunursanız, bisiklet kullanıcılarını yoğun tepkisine maruz kalabilirsiniz, aman dikkat!


AMSTERDAM SOKAKLARINDAN...

Her şehrin kalbinin attığı, önemli bulvar ve caddelerin kesiştiği bir merkezi vardır; şehir adeta oraya doğru akar. Amsterdam için bu meydanın adı Dam. Adını Amstel nehrinin önüne (13 yy'da deniz sularının şehri basmasını engellemek için) kurulmuş setten alan meydan (Flemenkçe'deki "dam" sözcüğünün anlamı; bent, set, baraj) Amsterdam'ın 24 saat yaşadığı ve yaşandığı yer. 

Meydanın neredeyse tam ortasına cıvıl cıvıl bir lunapark kondurmuşlar. Ben sakinlikten yana olduğumdan pek sevmedim ama ne zaman geçsem epey rağbet olduğunu gözlemledim. Lunaparkın tam karşısında ulusal anıt var; Amsterdam's National Monument (Flemenkçe'de Nationaal Monument op de Dam; Dam Ulusal Anıtı). İkinci Dünya Savaşı'nda ölen Hollandalıların anısına yapılmış olan anıtın yüksekliği 22 metre. Hollanda kraliçesi Juliana tarafından 4 Mayıs 1956'da açılışı yapılmış olan anıt, her yıl mayıs ayında savaşta ölenler için yapılan anma töreninde merkez durumunda.


Dam Meydanı'ndaki Ulusal Anıt'ın kaidesinde savaşı, direnişi ve sonuçta elde edilen barışı temsil eden figürler var. Anıtın karşısında ise devasa bir dönme dolap dönmekte!

Amsterdam'daki iki önemli cadde (Rokin ve Damrak) Dam Meydanı'nda birleşiyor. Singel kanalının Amstel nehrine yakın ucundan başlayan Rokin Caddesi bayrağı Dam Meydanı'nda Damrak Caddesi'ne teslim ediyor. Damrak'ın sonunda merkez tren istasyonu (Amsterdam Centraal) var. Bu iki cadde boyunca yürümek keyifli. 

Ulusal Anıt'ı sağınıza alıp Damrak'da yürürseniz ilk olarak sağdaki büyük yapı dikkatinizi çekecektir. Mimari tarihi 1870'e uzanan De Bijenkorf Amsterdam'ın önemli alışveriş merkezlerinden biri. Söz alışverişe gelmişken Amsterdam'daki bir başka önemli alışveriş merkezi olan Magna Plaza'dan da kısaca bahsetmek istiyorum. Dam Meydanı'ndaki Kraliyet Sarayı'nın (Koninklijk Paleis) hemen arkasında, Nieuwezijds Voorburgwal Caddesi'nde bulunan Magna Plaza, özellikle giyim ve moda alışverişi için tercih ediliyor. 

Damrak Caddesi'ne geri dönüp yürümeye devam ettiğinizde, sağ tarafta yüz yıllık geçmişi ile eski borsa binasını görürsünüz. Bina günümüzde Beurs Van Berlage adıyla, kültür ve sanat faaliyetleri başta olmak üzere çok sayıda etkinliğin yapıldığı bir merkez. Buranın tam karşısında ise dünyadaki en ilginç müzelerden biri olan Body Worlds var. Bu müzeden Amsterdam Müzeleri konulu yazımda bahsettiğimi hatırlatıp Amsterdam sokaklarındaki yürüyüşüme devam ediyorum.



Dam Meydanı yakındaki önemli yerler; Magna Plaza, De Bijenkor ve Beurs Van Berlage.

Dam Meydanı'ndaki, arkasına Kraliyet Sarayı'nı almış lunapark (solda); Amsterdam'ın asla uyumayan yerlerinden biri olan Nieuwmarkt'ın ortasındaki, tarihi 1488'e dayanan
ve günümüzde restoran-kafe olarak kullanılan 
In De Waag.

Prinsengracht kanalı yakınında, 1619-1631 yılları arasına yapılmış olan
Amsterdam'ın en büyük kilisesi olan Westerkerk var. Kilisenin hemen bitişiğinde ise
1638 yılında yapılmış, Amsterdam'daki üç önemli kuleden biri
(fotoğraflarda görünen) yükseliyor; 
Westertoren

Amsterdam'ın iki önemli kilisesi; De NieuweKerk (solda), Red Light bölgesine komşu olan De Oude Kerk (sağda), De Oude Kerk'in kulesi (ortada).

Amsterdam sokaklarından...
Sol baştaki fotoğrafta şehir merkezindeki halen çalışır durumda olan tek yel değirmeni görünüyor. Tarihi 1725 yılına dayanan ve eskiden un değirmeni olarak kullanılan De Gooyer'in yanında keyifli bir bira mekanı olan 
Brouwerij't IJ var.

Amsterdam'da kent merkezi çevresindeki caddeler genellikle epey geniş.
İki tarafında geniş kaldırımların olduğu yollar sadece motorlu kara taşıtlarına değil,
tramvaylara ve bisikletlere de hizmet edecek şekilde düzenlenmiş.

Amsterdam'ın küçük ve hareketli meydanlarından biri olan Koningsplein,
1862'de kurulmuş ünlü çiçek pazarının (Bloemenmarkt) başlangıç noktasında (solda);
eşcinselliğinden dolayı eziyet görmüş gey ve lezbiyenlerin anısına 1987 yılında açılmış olan anıt (
Homomonument) ise Keizersgracht kanalının kenarında (sağda).

Eski kilisenin (De Oude Kerk) hemen arkasındaki bölge Red Light District
(Kırmızı Fener Mahallesi) olarak biliniyor. Gündüz pek bir hareketin olmadığı
bölgede, akşam geç saatlerde yürüyüş turları dahi düzenliyor. Amsterdam'ın
sıra dışı mahallesi, bazıları kilise duvarına komşu çok sayıda seks evini/kabinini
ve birbirinden ilginç seks amaçlı eğlence mekanlarını barındırıyor.

BENCE UĞRAYIN!

Yurt dışı gezilerimde kısıtlı zamanım olmasına rağmen, hayvanat bahçelerine şöyle bir uğruyorum. Tamam, bu güzel canlılar hayvanat bahçelerinde bir tür esaret altında yaşıyorlar, buna katılıyorum. Bununla birlikte buralara uğramayı, farklı canlı türlerini görmeyi istiyorum. Pek çok Avrupa kentindeki hayvanat bahçesinde hayvanların neredeyse doğal ortamda yaşamlarını sürdürmelerine yönelik düzenlemeler yapılmış. Viyana'da, Schönbrunn Sarayı'nın yanındaki hayvanat bahçesinde Kasım 2011'de saatlerce gezmiş ve hayran kalmıştım. Neyse, yaşam tercihlerden oluşuyor!

Amsterdam'daki hayvanat bahçesi Artis  gerek canlı çeşitliği, gerek hayvanların bulundukları ortamlar ve gerekse bahçe düzenlemesi ile gerçekten kayda değer.

Amsterdam Kart ile girişin ücretsiz olduğu Artis'de (özellikle çocuklu bir aileyseniz)
keyifli zaman geçireceğinizi garanti edebilirim.

Artis'in muhteşem bahçe düzenlemesinde, şu bankta saatlerce oturabilmeyi isterdim!

Mikropların sevimli bir dünyası var desem ne dersiniz! Artis'in hemen yanındaki Micropia kapısından girenleri gerçekten çok farklı bir dünyaya götürüyor. Mikroplarla ilgili bilgileri insanlarla paylaşma düşüncesinden ortaya çıkmış olan Micropia'ya müze desem müze değil, bence bir tür laboratuvar. Burada, gezegenimizdeki tüm canlı varlıkların yaklaşık 2/3'ünü oluşturan mikroplara ve mikroorganizmalara ayrılmış bir başka dünya var. Ekim 2014'te 10 milyon EURO maliyetle açılmış olan Micropia'ya Amsterdam Kart ile ücretsiz giriş yapabilirsiniz. 


Micropia'nın girişi Artis'in hemen birkaç adım yanında.
Eşyalarınızı bırakacağınız dolaplar elektronik olarak şifreleniyor.
Siz içeride gezerken, büyükçe bir camın ardındaki laboratuvarda bilim insanları çalışıyor.

Micropia; çocuklar, gençler ve özellikle biyoloji bilimi ile ilgilenenler için
Amsterdam'da mutlaka gidilmesi yerlerden biri.

Sanırım hemen her insan geçmişe, geride kalan yıllara özlem duyar. Hele de günümüz dünyasında! Utrechtsestraat 52-60'da 1955'den bu yana hizmet veren ve âdeta bir tür müzik arşivi/kütüphanesi niteliğindeki Concerto, Amsterdam seyahatim öncesinde "mutlaka uğra!" notu ile gezi planıma dâhil ettiğim yerlerdendi. Tüm müzik türlerinden eski ve yeni plak, CD ve DVD'yi bulabileceğiniz, alışveriş yaparken dilediğiniz plağı takıp dinleyebileceğiniz pikapların olduğu harika bir ortam burada sizi bekliyor. 


Concerto'daki tezgâhlarda Türkçe müzik ürünleri gördüğünüzde şaşırmayın! 


Amstel nehri ile Prinsen, Keizers ve Reguliers kanallarının ortasındaki adada yer alan Concerto'da zamanın içinde kaybolabilir, saatlerce keyifli vakit geçirebilirsiniz. Concerto'da gezerken mola vermek isterseniz, zaman zaman canlı etkinliklerin de gerçekleştirildiği bir de keyifli kafesi olduğunu hatırlatmak isterim.



DETAYLARA DİKKAT!

Amsterdam sokaklarında dolaşırken, her an karşınıza ilgi çekici bir görüntü çıkıyor; dikkatli olmakta, algı sistemini en üst düzeyde açmakta ve bakarken görmeye özen göstermekte fayda var. İşte benim Amsterdam sokaklarında gezerken gördüklerimden bazıları...


Amsterdam şehrinin resmi bayrağı kentte gezerken, ya bir binanın gövdesinde
ya da bir bayrak direğinde, sık sık karşınıza çıkıyor. İsa'nın 12 havarisinden
biri olan Aziz Andrew'in X şeklindeki haçının üç defa kullanıldığı bayrakta
şehrin üç büyük korkusu temsil ediliyor; veba, sel ve yangın!

Alttaki kolajda en sağdaki fotoğraf, Amsterdam'daki bir prezervatif/kondom satış mağazası olan Condomerie'nin (Warmoesstraat 141) vitrinine ait. Yazının son bölümündeki tabela fotoğraflarımdan oluşan kolajda çok sevimli bir de tabelası var, iyi bakın!

Sadece bakmayın, bakarken görün ve kentlerde saklı detayları kaçırmayın!

Amsterdam sokaklarında gezerken gözüme ilginç görünenler...

Ah bu zaman; hiçbir şeye yetmiyor!
Yurt dışı gezilerimde daha çok zamanımın olmasını ve günlerce sadece gittiğim kentte yaşayan insanları gözlemlemeyi çok istiyorum ama, işte olduğu kadar!

Kentleri güzelleştiren, kent kimliğinin oluşmasına katkı sağlayan heykeller...

Amsterdam sokaklarında hızlıca "ihtiyaç gidermek" için kullanılan
ve yakınından geçerken dahi etrafa berbat bir koku yayan tuvaletler!

Estetik, keyifli ve yaratıcı; her biri ayrı bir tablo gibi tabelalar...


AMSTERDAM'DA YEME-İÇME ÖNERİLERİ...

Yazımın son bölümünde Amsterdam sokaklarında gezerken bazen bir kahve veya bira içmek, bazen de açlığımı gidermek için mola verdiğim yerlerden bahsetmek istiyorum. Baştan şunu belirtmeliyim; burada sözünü edeceğim yerleri Amsterdam'a gitmeden önce epey araştırarak gezi planıma dâhil etmiştim. Ön hazırlığımı iyi yaptığımı bu yerlerde geçirdiğim kısıtlı ama keyifli sürelerde anladım. Mekân bilgileri ve notlar fotoğraf altı yazılarda!

Amsterdam'a gitmeden önce ilk gün akşam yemeği için Bier Fabriek'i gözüme kestirmiştim. Dam Meydanı'na yaklaşık 500 m uzaklıkta, Nes 67'de yer alan Bier Fabriek son derece keyifli bir ortama sahip. Gittiğinizde yer bulamama sorunu yaşamak istemiyorsanız benim gibi öncesinde internet üzerinden rezervasyon yaptırabilirsiniz. Bana ayrılan masaya oturdum ve içerideki atmosferin keyfini masamın üzerine serpiştirilmiş yer fıstıklarını (aman kabuklar yere dökülmesin!) gerginliği olmadan rahatça atıştırmaya başladım. Bier Fabriek tavuk barbeküsü ile ünlü olunca ben de siparişimi fazla düşünmeden verdim. Bira tercihimi alkol oranı %5,6 olan Rosso'dan yana yaptım. 

Şu an yazarken orada olmayı müthiş şekilde isteyecek kadar, her şey lezzetli ve keyifliydi!

Amsterdam'da fazladan bir günüm olsaydı sallana sallana gezecek ve ilginç bir tur yapacaktım; "daha fazla bira" anlamındaki Morebeer Tour'a katılacaktım. Amsterdam'daki dört bira mekânı aralarında anlaşmış; aynı gün içinde sırası ile dört bara gidip en az birer bira içerseniz, son durak olan Craft&Draft'ta bir adet tişört sizi bekliyor!

Yurt dışı gezilerimde zaman kısıtlı olduğundan öğle yemeklerini ya gezerken ayak üstü atıştırma şeklinde geçiştiriyorum ya da Prag Kalesi'ni gezerken yaptığım gibi çorba molası veriyorum. Genellikle domates çorbasını tercih ettiğim bu kısa molalar dinlenmek için de fırsat oluyor. Amsterdam'daki çorba molasını konumu muhteşem olan Cafe de Jaren'de verdim. Kloveniersburgwal kanalının Amstel nehri ile kesiştiği noktada Nieuwe Doelenstraat 20-22adresinde bulunan Cafe de Jaren'in Amstel manzaralı harika bir terası var. Mutlaka uğrayın diyorum ve müessesenin ilginç uygulamasını da buraya not düşüyorum; bodrum katındaki tuvalet ücretli!


Yoğun kıvamlı domates çorbası ve nefis ekmek; öğle molası için bana göre yeterli!

Amsterdam Müzeleri başlıklı yazımda Ulusal Denizcilik Müzesi'nden (Scheepvaartmuseum) bahsederken "müzede bir de keyifli atmosferi ve güler yüzlü personeli ile hizmet veren restoran var" demiştim. Aşağıdaki fotoğraflar burada verdiğim moladan.

Ulusal Denizcilik Müzesi'nin (Scheepvaartmuseum) restoranında elmalı pasta
ve hazırlığını bizzat yaptığım çay ile keyifli bir dinlenme molası yaşamıştım.

Amsterdam'a gitmeden önce televizyon kanallarının birinde tesadüfen rastladığım bir programda bitterballen adındaki bir lezzetle tanışmış ve gezi planıma not etmiştim. Dışı ekmek kırıntıları ile kaplanmış gevrek bir tabaka, içi ağız yakan türden (kıyılmış sığır etinden oluşan) sıcak bir sihirli top ve yanında Amsterdam'a adını veren nehirin adı ile üretilen ünlü Amsterdam birası Amstel ile benim mola mekânım bu defa Cafe Hoppe oldu.


Dile kolay! Café Hoppe, 1670'den beri Amsterdam'ın küçük ve keyifli meydanlarından
biri olan Spui'de (No: 18 - 20) bulunuyor.

Adını birlikte servis edildiği bitki aromalı likörlerden alan bitterballen,
yıllar önce artık et yemeklerini değerlendirmek düşüncesi ile ortaya çıkmış. 

Singelgracht kanalının hemen kenarında, Blue Boat kanal tur firmasının iskelesinin karşısında (Max Euweplein 73) adresinde yer alan Aran Irish Pub, nefis aroması ve yumuşak içimli beyaz birası ile Amsterdam anılarımda  yer etti.

Aran Irish Pub, Amsterdam'da gezerken kanal kenarında mola verilebilecek, kaliteli ve
keyifli bir kafe/bar. Hemen karşısındaki Blue Boat'ın kanal turunun hareket saatini
beklerken burada içtiğim "white beer" çok güzeldi.

Sıra güler yüzlü çalışanları, gerek içerideki insanı eskiye götüren dekoru, gerekse gün boyu güneş alan önündeki geniş oturma alanı ile Café Fonteyn var. Amsterdam'da yolunuz mutlaka Nieuwmarkt'a düşecektir, bu güzel mekânda keyifli bir mola vermenizi öneriyorum. Benim ruhum eskilerde gezmeyi sevdiğinden içeride oturdum ve kâh kafenin dekorasyonunu kâh pencereden dışarıyı seyrederek lattemi içtim. Siz dilerseniz meyve suyu, şarap ya da bira tercih edebilir, hatta bir şeyler de yiyebilirsiniz. 

Café Fonteyn; içinde kendine özgü bir huzur,
dışında ise çevredeki hareketliliğin verdiği enerji var!

Size şimdi Amsterdam'da bir yürüyüş rotası önereceğim. Yürüyerek ya da tramvayla merkez tren garına gidin (daha güzel bu garda trenden inin!), gar binasını sol arkanıza alın ve yürümeye başlayın. Az ileride karşınıza önce halk kütüphanesi OBA çıkacak, sonrasında da NEMO (Bilim Müzesi) sizi bekliyor! Bu iki yerle ilgili notlarımı Amsterdam Müzeleri yazımda bulabilirsiniz! Bu yürüyüş sırasında keyifli bir kahve molası için Coffee Company uygun nokta, Amstelstraat 5'teki bu kahve dünyasını kaçırmayın!


Coffee Company Amsterdam Halk Kütüphanesi (OBA)'nin hemen yanında, yeni dönem
(modern tasarımlı) kafelerden biri. Amsterdam Centraal'den (Merkez Tren Garı)
OBA ve NEMO'ya geçerken kısa süreli kahve molası vermek için iyi bir seçenek.

Amsterdam biralarını tatmaya devam ediyorum. Sırada 1999'dan bu yana bira üretimi yapan, 2015 yılında "Kuzey Hollanda'nın En İyi Şirketi" unvanını almış olan Texel ve sanırım Amsterdam'da bu biranın en keyifle yudumlanacağı yer var; De Haven van Texel (Texel Limanı).

Oudezijds Voorburgwal kanalının kenarında bahçesi olan, Sint Olofsteeg 11 adresindeki
De Haven van Texel; hem Amsterdam mutfağını denemek
hem de kanal manzaralı bira keyfi yapmak için çok güzel bir mekân.

Yazının ortalarında Amsterdam sokaklarından fotoğrafların birinin altına "tarihi 1725 yılına dayanan ve eskiden un değirmeni olarak kullanılan De Gooyer'in yanında keyifli bir bira mekanı olan Brouwerij't IJ var" yazmıştım, burada devam etmek istiyorum.

Amsterdam şehir merkezinde tek yel değirmeninin olduğu yerdeki
(Funenkade 7 adresinde)Brouwerij 't IJ, gerek içi gerekse dışı ile günün
her saatinde yoğun bir kalabalığı ağırlıyor.

Ben Brouwerij 't IJ'de içeride oturmayı, insanları ve ortamı seyrederek biramı içmeyi tercih ettim. 

Ve yazının sonunda baştan çıkarıcı bir lezzet var; patates kızartması! Amsterdam sokaklarında gezerken çok sayıda patates kızartması satan dükkân göreceksiniz. Sadece patates kızartması satılan bu küçük dükkânların en ünlüsü Voetboogstraat 33 adresindeki Vleminckx. İstediğiniz miktarda patates kızartması farklı fiyat seçenekleri ile mevcut, sos isterseniz seçeceğiniz sos sayısına/çeşidine göre ayrıca ücret ödüyorsunuz. 

Amsterdam'a gittiğim gün tanıştığım ilk Amsterdam lezzeti bu oldu.
"Patates kızartması" deyip geçmeyin, gerçekten müthiş lezzetliydi.

Amsterdam seyahatimle ilgili hazırladığım bu yazının da sonuna geldim. 
Başka hayallerin sürüklediği farklı rotalarda ve kentlerde buluşmak üzere!


Sümer Özvatan
Eylül 2017




Roma Gezi Yazısı 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder